Dalıyorsak var bir bildiğimiz

Sırtınızda bilmem kaç kiloluk bir tüp, üzerinizde orasından, burasından hortumlar çıkan bir yelek, belinizde ağırlık, yetmiyormuş gibi hava bir zırıltının ucunda… ilk bakışta kesinlikle akıllı adam işi değil şu dalış. Neresinden tutsanız elinizde kalır. İyi ama biz deli miyiz? Sayısı her geçen gün neredeyse geometrik olarak artan sualtı bağımlıları olarak nedir bize konulabilecek en doğru teşhis?
Ya da tek deli biz miyiz yahu? Hele bir okuyun bakalım şu meşhur yönetmenin cümlelerini:*

Yavaşça günlük hayatın seslerini unutun.
Modern hayatın sözcük ve sembollerini,
cam, çelik ve kumaştan yapılmış bu sahneyi unutun.
Her geçen gün sizi geleceğe bir adım daha yaklaştıran yolları unutun.
Anavatan Atlantis’e hoş geldiniz. İnsanoğlu burada doğdu.
İnsanoğlu burada büyüdü. Krallığı miras alan bir prens gibi.
Duyuları, bu kargaşadan uzak dünyada gelişti.
Bu güzel ve soylu deniz ona sevgi ve hassasiyeti,
hareket ve zerafeti, öz ve ruhu tanıttı.
Yavaşça geçmişte kalan tüm anıları unutun.
Bildiğiniz her şeyi unutun ve dalın.
Milyonlarca yıl öncesinin dünyasında derine…
daha derine. Yaşam adlı mükemmel düşüncenin gerçeğe dönüştüğü zamana.

Şaka, maka, neden dalar bu insanoğlu?
Öncelikle, biz dalan insanlar her fırsatta gülümseriz. Açın bakın Facebook’a, sorun Google’a; alayı sırıtır dalanların. Hemen hepsinin surat ifadeleri aynıdır.  Ha, derseniz ki, sorun var sizde; olsun, o da kabulüm. Yeterki sürekli gülümsemek olsun tek derdimiz.
Her daim sırıtmak mıdır sanırsınız derdimiz. Tabi ki hayır. Tam da Luc Besson’un yukarıdaki satırlarında anlatmaya çalıştığı duyguları yaşarız her dalışta. Öyle bir dünyaya bırakırız ki kendimizi, ne sahibiyizdir, ne ziyaretçisi; sadece parçası olduğumuzu hissederiz. Yosunla yosun, balıkla balık, istiridye ile istiridye… Bazen bir denizanası gibi bırakırız kendimizi akıntının koynuna, bazen meraklı bir palyaço balığı gibi izleriz çevremizi. Bir mağaraya verir sırtımızı, tünelin ucundaki ışığa doğru ilerleriz ağır ağır.

Bir mercan görür, varoluşa şükrederiz. Estetik denen kavram somutlaşmış duruyordur karşımızda. Öyle görkemli, öyle kırılgan… Bir Acroopora’nın –masa mercan- altına uzatır kafamızı bakar ki, yaşam yaşam içine geçmiş. Bir karides dişlerini temizlemektedir bir irice mürenin. Ya da bir Caretta çatur çutur yemektedir, aşağı yukarı on yılda bir santim büyüyebilen estetik mucizesi mercanı. Anemonun içinden meraklı bir kafa uzanır önce, hemen kaçıverir içeri. Ama öyle meraklıdır ki, duramaz yerinde. Biraz sabrederseniz parmaklarınızla oynaşmaya başlar bir minik soytarı balığı. Dokunmazsınız, o oynaşır dilediği kadar. Biraz ileride yosunlar dans etmektedir akıntıyla, ritmi yakalamak için bırakıverirsiniz kendinizi hareketsiz.

Hani şarkılarda, şiirlerde derler ya “sessizliğin sesi”… işte, sessizliğin sesi dolacak tüm bedeninize. Çevrenizde her biri birer pandomim ustası, bilge kayabalıkları, yandan çarklı yengeçler, tembel istiridyeler yaşam kelimesinin unuttuğunuz anlamını haykıracaklar sessizce. Ve emin olun, hayat sizin için bir daha eskisi gibi olmayacak. Her fırsatta soluğu orada almak isteyeceksiniz.  Artık ne baba orfozlar, ne meraklı kayabalıkları; hiç biri değildir orada olma nedeniniz. Hepsinin toplamıdır. Yaşamın kaynağına ulaşmışsınızdır artık, başladığınız yere. Huzur bir kavram değil, dokunabileceğiniz, neredeyse paketleyip yanınızda götürmek isteyeceğiniz denli somutlaşmıştır.

Peki nereden başlamalı?

Bu devirde hala nereden başlayacağınız bilmiyor musunuz? Peki, yardımcı olalım.

Sizin yerinize sordum Google’a, “dalış” dedim, 0,47 saniyede yaklaşık 39.500.000 sonuç buldu. “dalış kursu” dedim, 0,38 saniyede 256.000 tane. Hadi bilmeyene bir kıyağım olsun, bir de “tanıtım dalışı” soralım: 0,49 saniyede 140.000 tane.

Yani anlayacağınız, size nereden, nasıl dalış eğitimi alacağınızı ya da nerede tanıtım dalışı yapacağınızı anlatacak değilim. Derdim size neden dalış yapmanız gerektiğini anlatmak ki, işte buna Google’ın verebileceği pek bir yanıt yok.

Eğitim derseniz, ülkemizde bu konuda yetkili Türkiye Sualtı Sporları Federasyonu’na kayıtlı yüzlerce dalış kuruluşu var. Tek yapmanız gereken girip internetten size yakın bir tanesiyle iletişim kurmak.

PADI, SSI ve CMAS ilk duyacağınız isimler olacaktır. Dinleyin, internetten araştırın ve kararınızı siz verin. Önemli olan hangi sistemden eğitim aldığınızdan ziyade, sizin bilinçli bir tüketici olmanız.

De ki niyetine girdiniz…

Dalış eğitimine başlarken şunu unutmayın; ne gözünüzde büyütün, ne de hafife alın; sadece hakkını verin. Ve ciddiye alın; nasıl başlarsa, öyle gider; bir çok şey gibi.

14 yaşını devirdiyseniz hemen, 45 yaşını geçtiyseniz bir sağlık kontrolünü müteakiben dalış eğitimine başlayabilirsiniz. Eğitim alacağınız sisteme göre teorik eğitim ve su çalışmaları süre olarak farklılık gösterebilir.

Sanılanın aksine, ekipman olarak kendinize ait mayonuz ve havlunuz varsa yeterlidir başlamak için. Yok derseniz, onu da sağlarız. Gerek eğitim süresince, gerek sonrasında dalışa gittiğinizde ücretsiz ya da makul bir ücret karşılığı ekipman sağlar tüm dalış kuruluşları.

Pahalı bir uğraş mıdır derseniz, dürüst olmak gerekirse ucuz değil ama pahalı hiç değil.

Başlarken biraz olsun tedirgin olun. Aklı başında her insan evladı suyun altına inmeden önce az da olsa tedirgin olur. Dalış eğitmenleri olarak bizim işimiz bu noktada devreye giriyor zaten. İnsan bilmediği şeyden korkar ve biz size sualtına dair bilmeniz gereken ne varsa anlatmak, adım adım endişelerinizi gidermek üzere varız.