Ölçüsüz Emek: Ahşap Tekne -IV-

11 Mart’ta döndüm memlekete. Ve doğruca Kaş’ın yolunu tuttuk. 14 Mart büyük gün. Yengeç sonunda karaya çıkacak. Tonozlar koptuğunda sigortadan aldığım 4.250 tl’ye güvenip anlaştım marinayla. 16 gün. Çek-at dahil tam da bu kadar tutuyor.

İş planı basit. Ahşaba kadar yak, yokla, at macunu, vur zehirliyi dön bir an evvel denize.

Tabi ki öyle olmadı.

Daha karaya aldığımız gün 30 yıl sonra ilk kez hastalandım. Bronşite kadar ilerletmişim durumu. Mertcan ilk günler tek başına çalıştı desem abartmış olmam. Hastalık geçti bu sefer de yağmurlar başladı. 16 günlük program daha ilk hafta bitmeden patladı.

Mertcan da insan evladı, yirmi gün falan dayanabildi. Mart yağmurlarla, Nisan fırtınalarla geçerken Yengeç hala karadaydı. Artık öyle bir rutine bağlandı ki bildiğin mesaili bir iş oldu çıktı Yengeç. Ama asıl soru günler ilerledikçe biriken marina parasının nasıl ödeneceğiydi. 23 Nisan, 19 Mayıs, sayısız Pazartesi… hepsi birer fantazi olmaktan öteye geçemedi. Mayıs’ın son günleri gelirken Yengeç hala karadaydı ve ben hala ne kadar ödeyeceğimi, daha da önemlisi nasıl ödeyeceğimi bilmiyordum.

Yengeç’in façası düzeldikçe ben insanlıktan çıkmaya başlamışım meğer.

Bitmiyor. Bitmiyor çünkü bir türlü iş içime sinmiyor. Bir türlü hava düzelmek bilmiyor. Macun yapacağım, yağmur yağıyor. Yağmur duruyor, öyle bir esiyor ki macun kürekten uçuyor. Ağzım, yüzüm, başım, kıçım her yerim macun. Bildiğin eğlencesi oldum Kaş’ın. Artı her gören işi makaraya vuruyor. Küfür yiyeceklerini bile bile aynı soruyu soruyorlar: “Bitti mi Hakan abi?”

Sonunda bir gün toplayıp tüm cesaretimi marina ofisine doğru yollandım. Dedim “Şimdi burası restoran olsa bulaşıkları yıkarım. İnşaat olsa amelelik yaparım. Harbi, hesabı ödeyemeyene ne yaptırıyorsunuz burda?” Gülüştük. Ama farkında olmadıkları mevzu, ben gayet ciddiydim yahu.

Tuncay beyle (marina müdürü) görüştük. Keyifli bir adamdı. Hepsinden önemlisi az da olsa rahatlattı beni. Binbir hesaptan sonra farklı bir paket almış oldum ve 2 Haziran’a kadar zaman kazandım.

Son günlere doğru fırsattan istifade komple bir zımpara-vernik olayına gireyim, denize kalmasın dedim. Demez olaydım. Bitmiyor. Hayvan çoook büyük. Sonunda bir gün Nükhet isyan etti. “Senin bitireceğin yok, bari geleyim yardım edeyim de bitirelim şunu.” dedi ve geldi. Bu arada Mayısla birlikte hava ısındı hatta insafsızca sıcak olmaya başladı. İki koldan başladık zımparaya. ya 4 ya da 5. gündü. Havuzluğa geldim ki Nükhet oturuyor. “Ne o, yoruldun mu?” dedim. Demez olaydım. Sonunda patladı. “Sittir git, bul birini, neyse parası ben veririm.” dedi ve gitti.

Mayıs’ın ikinci haftası geride kalırken hala karadaydık. Artık hesabı biliyor ama nasıl ödeyeceğimi bilmiyordum. Daha da önemlisi ta 2 Haziran’a kadar biteceğine dair en ufak bir umudum yoktu. Umurumda da değildi galiba artık. Ne de olsa hayat dediğin sabah dokuzdan akşam sekize kadar zımpara, macun, vernik vs ile geçen bir döngüydü benim için. Gerisini çoktan unutmuştum…