Propontis’ten Marmara’ya…

Her fırsatta “dünyanın bütün denizleri bir tarafa, Marmara bir tarafa” derim de gülerler hep bana. İlk bakışta abartılı bulabilirsiniz, anlarım. Ama her şey gibi Marmara’yı da gerçekten anlayabilmek, kavrayabilmek için ona yakından bakmanız, zaman ayırmanız ve az da olsa emek harcamanız gerekir. Fakat bunları yaptığınızda her fırsatta kıyısında, sularının altında, adalarında olmak isteyeceğiniz mucizevi bir deniz buluverirsiniz karşınızda…

Doğrusunu isterseniz sadece istatistikler dahi kanıtıdır Marmara Denizi’nin ne denli büyüleyici bir deniz olduğunun. 11.350 kilometrekarelik varlığının etrafını çeviren 67.000 kilometrekarelik Marmara Bölgesi ülkenin toplam yüzölçümünün %8,5’una karşılık gelir.[1] Nüfus açısından bakıldığında aynı küçük bölge 25.000.000’u bulan nüfusu ile ülke nüfusunun neredeyse 1/3’ünü barındırır[2]. Peki neden yeşilin her tonuyla örülü Karadeniz değil de ya da Akdeniz’in mavisi değil de bu mütevazı denizin çevresidir koskoca bir ülkenin cazibe merkezi?

İlk akla gelen İstanbul olabilir. O zaman da şu soruyu sormak gerekir; neden Akdeniz’in incisi Antalya ya da Ege’nin gözbebeği İzmir değil de İstanbul sorusunu yanıtlamak gerekir. Oysa Strabon’un[3] sayfalarca anlattığı Troia karşısında Byzantion’a sadece bir paragrafla yer vermesi, yazara ve döneme göre önemi hakkında ipucu vermeye yeterli olacaktır. Oysa Marmara’yı anlatan sayfalarda Mürefte’nin şarabını, Marmara Adası’nın Propontis’e[4] hala kullandığımız adını verdiği dillere destan mermerlerini[5]… daha nice bilgi bulabilirsiniz.

Uzun lafın kısası, Marmara bölgesini farklı kılan da, İstanbul’u tüm zamanların en benzersiz kenti yapan da aynı soylu denizdir, Marmara’dır.

Peki Marmara’yı farklı kılan nedir?

Bu sorunun yanıtlayabilmek için önce biraz Marmara sularının altına göz atmak yerinde olacaktır.

Mucize deniz…

Dışardan bakınca algılanamayabilir ama iki ayrı denizdir Marmara; ya da iki farklı denizin III. Jeolojik Zamanın sonlarından başlayan beraberliği. Sessiz sedasız Akdeniz’in suları bir nehir misali akar Marmara’nın altından Karadeniz’e. Yüzeyde ise daha yüksek seviyeli Karadeniz’in suları tekrar Akdeniz’e doğru akar gider. Mevsiminde ve hava koşullarına göre farklılık gösterse de yaklaşık 20 metrenin altına inildiğinde bambaşka bir manzara karşılar sizi Marmara’da.

Çanakkale Boğazı’ndan Karadeniz’e yaklaşık 2,5 aylık bir yolculuğun sonunda ulaşan Akdeniz’in daha tuzlu suları (%0,38-0,39) Marmara’da bambaşka bir faunaya ev sahipliği yapar. Görüşün neredeyse her daim billur gibi net, sıcaklığın en derin yerinden 75 metre derinliğe kadar ortalama 14,2 °C… Yüzeyde sıcaklığı mevsimlere göre 6-21 °C arasında değişen, Karadeniz’in az tuzlu (%0,16-0,18) suları ve sonuç olarak tamamen özgün bir ekosistem.

Sıcaklık farklarından oluşan termoklin tabakalarının yanı sıra tuzluluk oranlarının farkı da piknoklin tabakalarının oluşumuna sebep olmakta. Bu durum alt ve üst tabakaların karışmalarını sınırlarken, aynı zamanda birbirinden farklı özelliklere sahip iki tabakanın oluşumuna neden olmakta.

Diğer taraftan Akdeniz’de 1000 metre derinliklerde bile %70’lerle ifade edilen Oksijen doygunluğu, Marmara’da 25-30 metre derinliklerin altında kalan tabakada ancak %20-30 seviyelerinde.[6]

Akdeniz sularının Cebelitarık Boğazı kanalıyla yenilenme zamanının 70 yıl, Karadeniz’in 700-900 yıl, Batlık Denizinin ise 2500 yıl olduğundan hareketle sadece 6-7 yılda alt tabaka sularının yenilenebilmesi Marmara’yı özel kılan önemli özelliklerinden bir diğeri. Bu kadar kısa yenilenme zamanına karşılık, alt tabaka sularında gözlenen düşük oksijen doygunluğu (% 20-30), Marmara Denizi’ne organik madde girdisinin oldukça yüksek olmasından dolayıdır.[7]

Grafik 1
Grafik 1 Marmara Denizi’nde Çözünmüş Oksiyen Oranı (mlg/l)[8]

Bugünü yorumlamadan önce geçmişe bir göz atmak yerinde olacaktır.

Petrus Gyllius’un[9] Boğazı

16. yüzyılın ortasında öyle bir İstanbul, öyle bir Marmara anlatır ki Petrus Gyllius, insan insanlığından utanıyor. Öyle bir şehir düşünün ki balıkları daha yüzyıllar önce, antik dönemde kitaplar konu olmuş. Hatta balıklarını avlamak için balıkçı olmanız bile gerekmiyor; kadınlar sepetlerle evlerinin pencerelerinden balık tutabiliyor.

Ya da Prokopios’a kulak verin, size bambaşka bir Haliç tasvir etsin:[10]

“Dalgalar gürültüyle yükselip taşlara çarpmazlar ve denizde olduğu gibi gürüldeyerek köpüklere bölünmezler; su, alçakgönüllülükle ilerler, sessizce karaya dokunur ve dinginlikle geriye çekilir.”

Marmara’nın dillere destan, kitaplara konu olan su ürünleri zenginliği son yüzyılın özellikle son çeyreğinde dramatik bir şekilde tersine dönmüş, 1975’lere kadar Marmara Denizi su ürünleri endüstrisinde önemli rol oynayan balık türlerinin sayısı 127 kadarken, halen bu sayı 4-5’e kadar düşmüş, 1989 senesinden itibaren Marmara Denizi su ürünleri (balık) üretiminde yalnızca istavrit %80’in üzerinde bir paya ulaşmıştır. Marmara’nın tüm Türkiye su ürünleri üretimindeki katkısı da, %22’lerden %6’lara kadar düşmüştür.

Sadece balıkları ve balıkçılığını mı kaybetti Marmara? Neredeyse 30 yaş üzeri tüm jenerasyonların “benim zamanımda buralar” betimlemesi ile başlıyor Marmara’ya dair anlatıları; 50 yılı aşkın bir süredir sorunlar aynı ve herkes biliyor ancak Barbuncu Topal Hasan[11] gibiler yetişemiyor bir türlü. Evet, geçmiş günlerin nostaljik plajları tekrar açılıyor, görece gelişmeler oluyor gibi ilk bakışta. Ancak bir türlü denizle barışamıyor, tekrar deniz halkı olamıyor Marmara insanı.

Bir yanda arıtma tesisleri yapılırken, İstanbul’un plajları yeniden açılırken diğer tarafta hala sualtından el arabaları, aküler, pisuvarlar, oto lastikleri topluyor STH Gönüllüleri.[12] Sadece Harem sahilinden STH Harem Projesi[13] kapsamında çıkartılan katı atık sayısı 15.000 parçayı aşıyor. 1953 yılına kadar toplanan çöpün yerel yönetim eliyle denize döküldüğü[14] kent bir türlü barışamıyor deniziyle.

Bugün hala Marmara’nın güneyi hiçbir arıtma olmaksızın atık sularını Marmara Denizi’ne bırakmakta; koskoca İstanbul dahi atık sularını Akdeniz suyuna verip Karadeniz’in zaten Oksijen’den nasibini alamamış derinliklerine boca etmekte. İstanbul Boğazı’nın derinlikleri İstanbul’un ve Marmara’nın yüküyle canlılar için yaşanabilir olmaktan her geçen gün daha da uzaklaşmakta.

Fotoğraf: Cenk Ceylanoğlu

Marmara’da dalmak…

Marmara’nın sualtı söz konusu olduğunda iki ayrı tabloya hazırlıklı olmalısınız.

Adalar çevresinde, özellikle Yassıada, Hayırsızada ve Neandros sularında bambaşka bir sualtı zenginliği karşılar sizi. Gördüklerinize inanamazsınız. Yassıada’da bir gece dalışında Domuzköpekbalığıyla karşılaşabilir, gündüz dinlenen bir kalkan görebilirsiniz. Her üç adanın da Akdeniz sularını barındıran katmanlarına indiğinizde görüş, mercanlar, egzotik denizyıldızları, gorgonlar, çeşit çeşit anemonlar, şakayıklar… varoluş algınızın fayda ya da ekonomik değer süzgecini devre dışı bıraktığınızda çılgın bir tür çeşitliliği saracaktır etrafınızı.

Dalış endüstrisi Türkiye’de henüz emekleme aşamasına bile gelemediğinden heba olan bir potansiyeldir Marmara’nın sualtı. Hele ki bir de binlerce yıllık deniz ticaret yolu üzerinde yer aldığını düşünürseniz dünyanın sayılı dalış bölgelerinden biri olmaması için hiçbir engel yoktur aslında. Oysa henüz ne batık envanterimiz var, ne dalış noktası hatta rekreasyonel dalış tanımımız. Oysa basit bir örnek aydınlatıcı olabilir: Gubal Strait çıkışında yatan bir Thistlegorm batığı tek başına Büyük Piramit’ten fazla gelir sağlamaktadır Mısır ekonomisine…

Gelelim diğer yüzüne.

Tüm iskele alanları halihazırda yüzlerce ÖTL (Ömrünü Tamamlamış Lastik) ile kaplanmış durumda. Kabaca bir hesapla sadece İstanbul sularında binlercesinin yaklaşık 450 yıl sürecek çözünme süreçlerinin henüz başında olduğunu düşünün. Her birinin çözünürken hidrokarbonun yanı sıra oniki farklı ağır metali de denizel ortama bırakmakta olduğunu. Konuyu daha da trajikomik hale getirmek adına 2006 Kasım’ında Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından Ömrünü Tamamlamış Lastiklerin Kontrolü Hakkında Yönetmelik yayınlandığını ve 2007 yılı Ocak ayında yürürlüğe girdiğini belirtelim.

Şimdi öyle bir ülke düşünün ki, ÖTL tehlikelidir diye bir yönetmelik çıkartıp, her açıdan kontrol altına alsın, ama denizlerdeki kullanımı aklına bile gelmesin… hatta iskelelerde takoz olarak kullanımını geri kazanım lisansının dahi kapsamı dışında tutarak tamamen kontrolsüz bıraksın. Ülkemizdeki sayısız örnekten sadece bir tanesidir bu. Ankara’dan bakınca deniz görülmemektedir.

Bir trajik örnek daha verelim.

Tür çeşitliliğinin belki de en yüksek olduğu, her noktasından yaşam fışkıran faunasıyla sualtı turizminim, denizel yaşamın… varoluşun gözbebeği Yassıada’da neler olup bittiğinden kaç kişinin haberi vardır?

2003 yılında sit alanı ilan edilen, İstanbul liman sahası içerisinde yer alan sualtı cenneti Yassıada 2008 yılında bir balık çiftliği ile taçlandırıldı. Hem de canlılığın en yüksek ancak akıntının neredeyse hiç olmadığı bir noktada; İstanbullu dalıcıların yıllardır bıkmadan, usanmadan daldıkları noktada…

Uzun lafın kısası, elimizde mucize bir deniz, denizden bihaber iktidarlar ve denizin dört bir tarafını çevirmiş topraksoylu bir halk var.

Marmara hala yaşıyor. Hatta her yıl bir yarışma düzenleniyor sularında: “Her Şeye Rağmen Yaşayan Marmara”[15]

Marmara bize rağmen yaşıyor. Kendi mucizesi sayesinde varolmaya devam ediyor.

Oysa biz hala onun mucizesinden bihaber yaşadığımız yetmiyormuş gibi belki de mucizesini yok edecek mesnetsiz projeler üretmeye çabalıyoruz, Kanal İstanbul gibi. Oysa tek yapmamız gereken ondan biraz olsun elimizi çekmemiz, biraz olsun zaman tanımamız.

Kanal İstanbul gibi bir projeyi göze alan bir iktidar söz konusu projenin maliyetinin bilmem kaçta biriyle tüm bölgenin kanalizasyon altyapısını çözemez mi?

Hakan Tiryaki


Kaynakça:

[1] Vikipedi Özgür Ansiklopedi (Ayşegül Celepoğlu Türkiye 2007)

[2] TUİK 2009 verilerine göre.

[3] Geographika,Strabon (M.Ö. 64 – M.S. 24)

[4] Marmara Denizin’ne antik dönemde verilen isim.

[5] Hellence “marmaros=mermer”

[6] Ebru Akkaya, MARMARA DENİZİNİN MEVCUT KİRLENME DURUMU VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

[7] Ebru Akkaya, MARMARA DENİZİNİN MEVCUT KİRLENME DURUMU VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

[8] Levent Artüz, MARMARA DENİZİNDE SÜREGELEN KARASAL KÖKENLİ KİRLENMENİN KÖKENİ ve BOYUTLARI

[9] Petrus Gyllius (ya da Pierre Gilles) 1490-1555 yılları arasında yaşamış Fransız bilim adamı, çevirmen, topoğraf. 1544-1547 yılları arasında İstanbul’da görev yapmış, İstanbul Boğazı adıyla dilimize çevrilen eseri halen referans olma özelliğini korumayı başarmıştır.

[10] Prokopios, İstanbul’da Justinianus Döneminde Yapılar, Arkeoloji ve Sanat Yayınları.

[11] Yaşar Kemal, Denizler Kurudu.

[12] Sualtı Temizlik ve Bilinçlendirme Hareketi (www.sth.org.tr)

[13] STH Harem Sahili Temizlik, Rehabilitasyon ve Koruma Projesi (www.sthharem.org)

[14] İstanbul Çevre Durum Raporu 2005, İstanbul Valiliği İl Çevre ve Orman Müdürlüğü.

[15] Türk Balıkadamlar Kulübü tarafından düzenlenmekte olan uluslararası sualtı görüntüleme yarışması.