Üçlek Tanrıça kültünden bugünlere nasıl geldi insanoğlu? Avcı toplayıcı toplumun sadık hizmetkarı ve emekçisi erkek nasıl oldu da bugünün hakim ve adaletsiz gücü oluverdi? Tüm dinlerde doğurganlığı ile kutsanmasına karşın neden hiç bir inanç sisteminde Tanrı temsilcisi olarak seçmedi kadını? Açıklaması uzun ve bir o kadar da karmaşık toplumsal ve ekonomik olgularla açıklanabilecek bir süreç; bu nedenle de bir yana bırakalım uzun öyküsünü.
Öncelikle, kutlamak niyetinde değilim bir saçma günü daha. Ne demek kadınlar günü? Bilmem nerenin kurtuluşunu kutlarcasına… Kendi adıma kabul edemiyorum böyle “çakma” yaklaşımları. Neyse…
Her daim olduğu gibi basit sorular soralım.
Ne ister, ne için yaşar kadın? Ya da gerçek referansımız doğaya bakalım; ne ister dişiler erkeklerden farklı olarak?
Her canlı gibi varolmak ister, çoğalmak ister, beslenmek ister. Her canlı gibi güvende hissetmek ister. Bir şekilde sahip olduğu yaşam denen bu mucizeyi olabildiğince uzun ve doya doya yaşamak ister. Tıpkı karşıtı olduğuna inandırıldığımız erkek gibi. Bir babun ya da yunus gibi.
21. yüzyılın başlarında her konuda kendi yarattığı kavramlar ve sınırlarla boğuşan homo sapiens sapiens’in trajikomik bir destanından fazlası değildir aslında kadın-erkek eşitliği. Evrim sürecinin bir yerlerine bulaşan defektle geliştirdiği sayısız yapay sorunsallardan sadece biri aslında.
Çevresine gözlerini kamaştıran bir kibirle bakan modern insan için en basit şeyler birer muammaya dönüşüyor bin yıllardır. Hükmettiğini sandığı doğayı referans almayı bırakalı beri yaşam gittikçe karmaşıklaşıyor insanoğlu için.
Mülkiyet ve estetik kavramlarının kölesi olmayı beceren insanoğlu için belki de kaçınılmaz sondu erkek egemen bir sistem. Çünkü güç ve mankafalık üzerine kuruluydu her daim. Mankafalık, çünkü başka hangi canlı eninde sonunda yok olup gideceğini bildiği bir yaşamı iktidar hırsı, savaş ve şiddetle doldurabilir?
Antik Yunan mesela, güzel bir atlama noktası olabilir günümüz kadınının toplumsal konumunun ana hatlarının çizilmesi adına. Hani Avrupa’nın köklerini arayıp bulduğunu iddia ettiği medeniyet ışığı…
Zeus ve onun Panteon’u tüm karmaşık toplumsal ilişkilerin aynasıdır adeta. Fonksiyonel Tanrılar, biçimsel ilişkiler. Bir kaç bin yıl öncesinden farklı olarak insanoğlu üretmektedir artık. Daha doğrusu ihtiyacından fazla üretmektedir. Değiştokuş yerini ticarete bırakmıştır. Kendi halinde yaşayıp giden kavimlerin dönemi bitmiştir. Artık “çakma” kahramanlar çağı başlamıştır. Odyseus dahi Agamemnon’un ölümünü duyduğunda -doğal olarak- birilerinin “sığırlarını çalarken” kahramanca ölmüş olacağını düşünecektir.
Oysa karısı ardında bırakıp gittiği sarayında kocasının yerini alacak haleflerine karşı kendini savunmaya çalışmaktadır. Çünkü roller çoktan değişmiştir. Kadının yeri yatak odası, mutfak arasında sıkışmıştır çoktan.
Derken semavi dinler son çiviyi de çakacaktır bir zamanların Amazonları gibi dimdik ayakta durabilen, kimselere ihtiyacı olmayan -hür- kadının tabutuna. Son ikibin yıl boyunca kadının gerçekten başının belası erkek değil, ironik bir şekilde kendisinin de biat ettiği -ama onu yok sayan- erkeklerin inanç sistemleri olmuştur aslında.
Onu yok sayan, şahit olarak dahi kabul etmeyen, hayvanlara dahi eziyetin tartışıldığı bir dönemde gerektiğinde dövülerek terbiye edilmesini salık veren, ailesinin güdümü dışında bir yaşam şansı tanımayan… kısacası bir birey olarak yok sayan semavi dinler şekil vermiştir bugünün kadınına.
Ve bugün sözümona Dünya Kadınlar Günü. Memleketimin Başbakan’ı neredeyse müjde veriyor: “Kadın ölümleri artmadı aslında, sadece muhalefet ve medya abartıyor. Sadece artık millet haberdar oluyor.”
Ve salonu dolduran “kadınlar” tarafından alkışlanıyor…
Ve 2011 yılında kendi adıma yaşadığım toplum beni her geçen gün daha çok utandırıyor. Çevreme baktıkça ezilen, taciz edilen, sömürülen ve hepsinden önemlisi bir birey değil sadece “kadın” olarak etiketlenen anamdan, arkadaşlarımdan, dostlarımdan… tanıdığım-tanımadığım tüm kadınlardan hem özür dilemek istiyorum hem de hepsine içimdeki öfkeyi kusmak istiyorum. Öfkeliyim, çünkü ne kadar erkek varsa neredeyse o kadar da kadın varken hala kendi kavgasına, kendi varoluşuna sahip çıkmak yerine “biat” etmeyi seçen kadın figürü varoluşa ihanet gibi geliyor bana.
İnsanoğlu bir gün tekrar doğanın bir parçası olabilecekse ya da savaş ve iktidar üzerine kurulu bu mankafalar düzeni bir gün sona erecekse kanaatimce bu ancak kadınların sayesinde olabilecektir.
Bir gün Dünya Kadınlar Günü değil, gerçekten “birey” olarak yerini alabilmiş kadın figürünü kutlamak, önünde saygıyla eğilebilmek dileğiyle…