Gitmek

Her daim canlı tutulması gereken bir umut, gitmek; alıp başınızı gitmek, her şeyi ardınızda bırakarak. Bambaşka bir dünya, yepyeni bir yaşam bulmak umuduyla düşmek yollara. İlk bakışta Kavafis’in Kent’inden sonra belki de abesle iştigal “gitmek” üzerine yazmak. Ama hayır, hiç de öyle değil. Meselenin özünü gözden kaçırmış Constantine, mesele eylem değil, umut.

Gitmek isteriz ölesiye. Ama gidemeyiz bir türlü. Çünkü biliriz ki Pandora’nın kutusunda son kalandır “gitmek”. Salt umuttur “gitmek”, ta ki gidene kadar. Gitmediğiniz sürece yaşatır sizi. Hasan Hüseyin’in “karagün dostu”, şiir gibidir “gitmek”. Yeter ki tüketmeyin, canlı tutun, yaşatın onu.

Ne zaman ki gidersiniz ya da vazgeçer yok edersiniz onu, işte o zaman dar gelir yaşam. Pandora’nın kutusunun dibinde kalan son varlığınızı, umudunuzu yok etmişsinizdir artık.

“Dönmek, mümkün mü artık Dönmek, onca yollardan sonra Yeniden yollara düşmek”

Neden mümkün olmasın ki? Rakılı akşamlar, günbatımları… hepsi biz varoldukça var.

İlk kez gitmek istediğimde daha onyedi yaşında anca vardım. Demektir ki yirmibeş senedir okşuyordum içimdeki ejderhayı. Salla dünyayı gezmek istedim. Güneye yerleşmek, Amerika’da tasarımcı, Kanada’da fotoğrafçı, Karayipler’de dalış eğitmeni, Alaska’da petrol platformunda işçi… neler olmak, nerelere gitmek istemedim ki…

Defalarca yaklaştım, yaklaştıkça ölesiye ürperdim.

Amerika artık bir memleket değildi. Son sigaraydı, mataramdaki son damla su, son kez sevişmek, mavi gökyüzüne son kez bakmak, sonsuz derinliklere dalarken alınan son bir nefes… gibi bir şeydi artık Karayipler. Çünkü son umuda gelmişti sıra. Ve her seferinde aynı soru kemiriyordu zihnimi; “ya dönmek zorunda kalırsam”.

Geri döndüğünüzde kutu boştur artık, matara kupkuru, sigara ta izmaritine kadar içilmiş…

Peki neden bu denli zor? Nedir böylesine bağlayan biz insanoğlunu alışageldiklerimize? Her gün yeniden doğan güneş beraberinde sayısız yeni varoluşu müjdelerken ya da her bahar tüm doğa yeniden doğarken nedir bizi yeniliklere karşı bu denli ürkek kılan?

Oysa tüm varoluş tekrar tekrar yeniden başlarken dört bir yanımızda… neyi kaybetmekten korkuyoruz?

De ki gittik, döndük kıçımıza baka baka; ne farkedecek? Güneş hala doğdukça, kuşlar öttükçe, kokoş at kestaneleri çiçeğe durdukça kim korkar tekrar tekrar yeniden başlamaktan?

Bir umuttur gitmek. Ve ne zaman ki son umudu da tüketir insanoğlu o zaman anlar ki o hiç bir zaman son umut değildir. Nefes aldıkça, varoldukça boş kalmayacaktır Pandora’nın kutusu. Ki belki de bu değil midir yaşamın gerçek mucizesi?

Gitmek gerek… hem de her fırsatta, tekrar tekrar.