Güç ve şiddet üzerine…
“Kadınlara mı gidiyorsun, kırbacını unutma!” der yarı çatlak sıfatıyla onurlandırılmış Alman düşünür… (Friedrich Wilhelm Nietzsche) Ne anlarsınız bu cümleden? Kadın terbiye edilesi bir varlıktır. Ancak biraz şiddetle ya da korkutarak. Bu cümleden çıkartabileceğiniz alternatif önermelerden birisi bu olabilir. Şunu da düşünebilirsiniz; sadece bir semboldür kırbaç. Kadının güce olan eğilimini pekiştirmek için kullanılmış bir sembol.
Yanıtınız aslında aldığınız eğitimin, yaşadığınız çevrenin, sahip olduğunuz kültürel birikimin oluşturduğu “senin” topluma yansıyan yüzünün göstergesi olacaktır. Kapitalist, popülist, şoven etkileri kahvehane köşelerinde özümsemiş bir memleket evladıysanız o kırbaçla önünüze gelecek kadını devirmekten fazla bir şey ifade etmeyebilir Nietszche’nin sözleri size.
Ya da yoz sistemin verdiği ezberci, etiket orijinli öğretimin üzerine düşünme yetisini katmamış bir beyaz yakalıysanız ya da orta kademe bir yönetici mesela… O zaman şöyle de diyebilirsiniz; “kadına karşı şiddeti kınıyorum, kadınlar korunmalıdır!” Etiketlerinize ve spotlarınıza uygun olmayan bir durum söz konusudur.
Uzun lafın kısası her kitle kendi doğru yanıtını verecek, kendi doğrusunu savunacaktır. Klasik bir yaklaşımla, öküz tanrısını resmedebildiğinde bir öküz olarak resmedecektir. İlk bakışta bundan doğal bir sonuç görülemeyebilir. Oysa uzun insanlık tarihini göz önüne alırsak eğer, cro-magnonu, homo erectusu hatta neandertali gerisinde bırakıp varolmayı başarmış iki kere akıllı homo sapiens sapiens için çelişik bir durum çıkar ortaya.
Düşünebilme, bilgiyi aktarabilme ve hepsinden önemlisi sürekli bir evrimin sonucu olduğu kabul edilen günümüz insanının, 21. Yüzyılda had safhaya varan depresyonunu, şiddet eğilimini açıklayabilmenin bir yolu olmalıdır.
Bir taksi sürücüsü ile geçen ilginç bir konuşmayı aktarmak isterim bu noktada. Yıllar önce bir alacak mevzuundan adam vurup 12 yıl hapis yatmış olan sürücü neden hayıflanıyor dersiniz? Şimdilerde adam vurmanın cezası hepi topu 4-5 yıla kadar inmiş. Boşu boşuna yatmış o kadar zaman içeride. Buyurun size sosyolojik bir vaka. Başlangıcından alın, bugününe kadar gelin, her aşamasından birer tez çıkartın.
Bu noktada biraz gerilere doğru gitmek faydalı olacaktır. Özellikle avcı-toplayıcı dönemi geride bırakan insanoğlunun tarıma geçmesi, üretmesi ve hatta yetmiyormuş gibi bir de artı değer yaratması bugün mevcut sorunların önemli bir kısmının kaynağı gibidir aslında.
En kısa anlatımla üretim fazlası ticareti, ticaret sermaye odaklarını, hepsinin toplamı hukuku doğurdu. Milattan önce ikinci bin de anlı şanlı Helen uygarlığı sığır çalmakla uğraşırken Anadolu’da Aizonai’de insanlık tarihinin belki de ilk borsasının temelleri atılmaktaydı. Derken Helen de medenileşti ister istemez. Hatta demokrasi yalanını soktu insanlık tarihine.
Kıssadan hisse daha ikibin yıl gerilerden bu yana toplumların kılavuzu hukuk oldu. Hukukla başı hoş olan toplumlar aldı başını gitti, hukuku güçlünün silahı olarak gören toplumlar yerlerinde saydı durdu. Avrupa denen medeniyet timsali atfedilen toplumların belki de en önemli kopuşu, sömürgecilikten bile belirleyici olan gelişimi devleti koruyan değil, toplumun uzlaşısını hedefleyen hukuk anlayışı sayesinde oldu.
Çok uzun soluklu ve sayısız başlıktan oluşacak bir sürecin kısa özeti olduğunu göz önüne alarak söz konusu olguların günümüze yansımalarına devam edelim.
Taksi sürücümüzün hikayesine dönersek tekrar; ortada bir alacak anlaşmazlığı var. Sonuç, umudun kesildiği hukuk yerine hakimin, savcının hatta celladın dahi kendisi olduğu bir çözüm süreci. 12 yıllık hapisane yaşantısı. Daha da vahim olan ise sözüm ona topluma yeniden kazandırılmak üzere “islah” edilen zat-ı muhteremin adalete serzenişi; “şimdi vursam 4-5 yılda çıkardım, kazıklandım!”
Bir tarafta sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel altyapısı gereği kendi adalet sistemini kuran zihniyet, diğer tarafta yine aynı altyapı gereği hukukun peşine takılarak adalet arayan zihniyet. Ve her iki durumda da bir türlü tecelli edemeyen adalet. Sonuç, her geçen gün tırmanarak artan güvensizlik, endişe, hoşnutsuzluk ve kaçınılmaz olarak ortaya çıkan toplumsal cinnet.
Bir adam çöp konteynerinde kafası kesilmiş olarak buluyor kızını. Diğer tarafta bir avuç adam devletin silahıyla bir düğün evinde kırk küsur kişiyi katlediyor alacak meselesi yüzünden. Liseli öğrenciler birbirlerini bıçaklıyor. Selektör yapan adam Mart ayında dövülerek denize atılıyor. Devletin kolluk kuvveti sotede yakaladığı “solcuyu” insafsızca, ölümüne dövüyor. Mahallenin kızlarına laf atan adam linç edilmek isteniyor. Aynı evde ağabeyi tarafından tecavüze uğrayan kızın bebeğini teyzesi düşürüyor, annesi gömüyor. Kahvehanede silahlı çatışma oluyor, dört kişi ölüyor.
Daha bugün düşen bir haber;
“Bursa’nın merkez Osmangazi ilçesinde, evinin önünde oynarken kaybolan 2 yaşındaki kız çocuğu, yaklaşık 2 saat sonra boş arazide ölü bulundu.İlk belirlemelere göre, bir kulağı kaybolduğu, cinsel organının bulunduğu bölge ağırlıklı olmak üzere 50’ye yakın kesici alet yarası olduğu öğrenilen küçük kızın cesedi, Bursa Adli Tıp Kurumu morguna kaldırıldı.”
Geride bıraktığımız birkaç aylık süre zarfında medyaya yansıyabilen haberler arasından sadece birkaç tanesi bunlar. Her gün benzerlerine rastlamanız mümkün hatta rastlamamanız mümkün değil. Sırça köşkünüzden ya da kendi güvenli sandığımız köşenizden baktığınızda ne görüyorsunuz? Hala güvende olduğunuzu sanıyorsanız yanılıyorsunuz! Her an önünüzdeki aracın sürücüsü sadece selektör yaptığınız için savcınız, hakiminiz, azrailiniz olabilir. Ya da sabah gururla arkasından baktığınız biricik kızınız biraz eğlenmek için gittiği arkadaş ortamından kafası bedeninden ayrılmış olarak çöp konteynerine naylon torba içerisinde atılabilir. Aklınca iki tek atıp eğlenceden dönen bir şehir magandası henüz evlenmiş oğlunuzun üzerinden otomobiliyle geçebilir, hatta arkasına bakmadan kaçabilir. Sizin biraz gayretle bulacağınız faili kolluk güçleri bir türlü bulamayabilir. Ya da ayakta duramayacak denli sarhoş şehir magandası “sıfır alkollü” çıkabilir.
Ne dersiniz, abartılı mı geldi? Eğer abartılı buluyorsanız size kötü haberlerim var; yaşamınız pamuk ipliğinle bağlı. Çünkü yukarıdaki satırların tamamı neredeyse her gün bu ülkede yaşanmakta olan sayısız örneklerden sadece bir kaçı.
Bir şey yapmalı! Ama ayakları yere basan bir şeyler yapmalı. Artık göstermelik, popülist söylemlerin de, eylemlerin de zamanı çoktan geçti. Saatler dokuzu gösterdiğinde güvenli evinizde, hiçbir zan altında kalmadan ışıkları açıp-söndürmekle olmuyor.
Yıllarca körüklenen, görmezden gelinen ve sonunda çığrından çıkan şiddet artık herkesin ortak sorunu. Öküze tapanın da, namaz kılanın da sorunu. Sağın, solun, ortanın… Hukuk tekrar kılavuzumuz olamadığı sürece sorun hepimizin sorunu.
Hakan Tiryaki