Sal artık neredeyse bir metre suya gömülmüştür. Kulübenin tavanında beş adam; de Bisschop ve dört yoldaşı sadece yıldızların aydınlattığı bir Pasifik gecesinde, açlıktan ölmek üzere, bilinmeze doğru sürüklenmektedirler. Birbirine kenetlenmiş bu beş adamın artık tek dileği içecek su ve yiyecek bir şeyler bulabilmektir. Tuamotu adaları, Starbuck ve Panrhyn uzaklarda kalmış; Tahiti Nui II pruvasını Rakahanga resifine çevirmiştir. Ve biraz ileride resifin keskin dişlerinden saçılan köpükler görünmektedir artık.
Sal artık neredeyse bir metre suya gömülmüştür. Kulübenin tavanında beş adam; de Bisschop ve dört yoldaşı sadece yıldızların aydınlattığı bir Pasifik gecesinde, açlıktan ölmek üzere, bilinmeze doğru sürüklenmektedirler. Birbirine kenetlenmiş bu beş adamın artık tek dileği içecek su ve yiyecek bir şeyler bulabilmektir. Tuamotu adaları, Starbuck ve Panrhyn uzaklarda kalmış; Tahiti Nui II pruvasını Rakahanga resifine çevirmiştir. Ve biraz ileride resifin keskin dişlerinden saçılan köpükler görünmektedir artık.
İflah olmaz bir denizadamı: Eric de Bisschop
Koyu karanlığın koynunda Rakahanga resifine doğru sürüklenen 66 yaşındaki adam Fransa’nın en kuzey ucunda doğmuş (Aire-sur-la-Lys , 1891), soylu bir aileden gelen Eric de Bisschop’tu. Günlerinin çoğu “ölüm-zafer” ikilisinin tam ortasında geçen iflah olmaz bir kumarbazdı ve bazı kaynaklara göre Philippe Pétain’in torunuydu.
Henüz 14 yaşındayken devam ettiği Cizvit okulundan ayrılarak Ümit Burnuna doğru seyreden bir gemide kamarotluğa başlamıştı. Ama bizim için daha önemlisi, salların altınçağında okyanuslara yelken açan gözü pek kaşiflerden biri olmasıydı. Çünkü de Bisschop’un hayatının neredeyse tamamı Pasifikte geçti.
1914-1915 yıllarını İngiliz Kanalında (Manş Denizi) devriye kaptanı olarak geçiren de Bisschop, sonrasında dönemi yaşayan neredeyse her erkek gibi I. Dünya Savaşına dahil oldu. 1917 yılında geçirdiği ciddi bir uçak kazasına kadar da hava kuvvetlerinde yer aldı.
Fou Po
Dünya Savaşından sonra kiraladığı ticaret gemisi ile “oyalanan” de Bisschop, gemisi Azur adalarının fırtınasına yenik düşünce Çin’e gitti. 1925 yılında Fransız kontrolü altındaki Hankow’da güvenlik şefi olarak görev yaptığı sırada bir diğer Fransız maceraperest Jean Tatibouet ile tanıştı. Birlikte Fou Po adını verdikleri Çin Yelkenlisini yaparak denize açıldılar (1932). Pasifik ve Hint okyanuslarında yaptıkları iki yıllık yolculuk sırasında sekiz ay Papualı yamyamlarla birlikte yaşadılar. Marshall adalarında iki hafta Japonlar tarafından “casus” oldukları şüphesiyle hapsedilmelerinin ardından (Temmuz 1935) tekrar denizlere dönmüşlerdi ki yepyeni bir kabusla karşı karşıya geldiler: Japonlar kaçak ya da şüpheli bir şeyler bulabilmek umuduyla tüm konservelerine birer delik açmış ve onları okyanusun koynunda açlıkla karşı karşıya bırakmışlardı.
Yaklaşık bir ay boyunca balık, gres yağıyla yapılmış çorba, köri ve suyla yaşamak zorunda kaldılar. Molokai kıyılarına ulaştıklarında yeniden yaşamla buluşmaya hazırlanıyorlardı ama Peder Damien kolonisi halkı sayıklayan, tükenmiş iki adamı gördüklerinde cüzamlı görmüşçesine dehşet içinde kaçışmışlardı. Bundan iki gün sonra, yani 27 Ekim 1935’teyse Fou Po geçen yılların tüm birikimleri ile birlikte fırtınaya yenik düşerek battı.
Ama iki kafadarın pes etmeye niyeti yoktu. Hastaneden çıkar çıkmaz yaptıkları yeni kanolarıyla Honolulu’dan tekrar denize açıldılar ve tam 250 gün sonra Fransız Riviyerası’na ulaştılar. De Bisschop’ın Polinezyalı salı Garrone bu kez anavatanında nehrinden aşağı doğru süzülmekteydi ve her ne kadar uzun planlanmış bir yolculuk için Atlantik’e açıldıysa da bu manevra özürlü, hantal sal Kanarya adaları yakınında bir İspanyol balıkçı teknesine çarparak batacaktı…
Kaimiloa
De Bisschop İkinci Dünya Savaşı’ndan önce Mart 1937’de Honolulu’da Tatibouet ile birlikte Kaimiloa adını verdiği ikiz Polinezya kanosu üzerine inşa ettiği teknesi ile tekrar okyanuslara yelken açtı. Bu tekne her ne kadar katamaranların öncülerinden olarak kabul edilse de kendisi bu tanımlamadan hiç hoşlanmıyordu. Eylül’de Capetown’ı geçen Kaimiloa, Aralık’ta Tanca’ya ulaştı. Bu uzun yolculuk Cannes’te son bulduğunda tarih Mayıs 1938 idi. Kaimiloa’nın sıra dışı performansı de Bisschop’ın Polinezya teknelerinin tüm okyanuslar için ideal yapıda olduklarına inanmasını sağladı ve 1939’da teknesiyle aynı adı taşıyan kitabı “Kaimiloa”yı yayınladı.
De Bisschop ve Deniz Etnolojisi
De Bisschop savaş sonrasında Honolulu’daki Fransız konsolosluğunda sakin bir hayat sürmeye başlamıştı ama bu sükunet fazla uzun sürmeyecekti. Çünkü aynı günlerde bir Viking’in yanında beş arkadaşıyla Peru’dan Polinezya adalarına salla yaptığı yolculuk onu tekrar harekete geçirecekti.
Kimilerine göre Heyerdahl ve arkadaşları 1948’de Kon Tiki’yi Raroia resifinin palmiyelerine bağladıklarında Pasifik halklarının kökeninden ziyade Norveçlilerin gözü pek denizciler olduğunu ispatlamaktan öteye gidememişlerdi. İşte de Bisschop da benzer düşünenlerden bir tanesiydi.
Neredeyse tüm yaşamı okyanuslarda Polinezya tekneleri ile geçen de Bisschop’a göre Thor Heyerdahl’in iddiasının aksine okyanus adalarının halkları Güney Amerika’ya ya da Hint Okyanusu yoluyla Asya’ya ulaşmış olabilirlerdi. Çünkü alışıldık “hakim rüzgarlarla” yolculuk fikri de Bisschop’a göre Polinezyalılar için geçerli değildi. Ona göre öyle denizci tekneleri vardı ki ada halklarına her türlü koşulda yolculuk edebilme özgürlüğünü sağlıyorlardı. Aslında de Bisschop’a göre Kaimiloa ile yaptığı yolculuklar bir ölçüde bu tezini desteklemekteydi de.
De Bisschop haritaya baktığında Paskalya Adası’ndan Güney Amerika kıyılarına, Madagaskar üzerinden Afrika’nın batı kıyılarına, Polinezyalıların neredeyse dünyanın yarısına yayılmış izlerini görüyordu. Polinezyalılara denizciliği dışarıdan gelen birileri öğretmiş olamazdı. Aksine onlar gittikleri yerlere denizcilik bilgilerini, deniz kültürlerini de beraberlerinde götürmüşlerdi.
Heyerdahl’in anakaradan geldiğini iddia ettiği ve tezinin en güçlü kanıtı olarak gösterdiği bitki türleri hakkında da de Bisschop’ın itirazı vardı. Çünkü o, daha milattan önceki zamanlarda Güney Amerika’yı ziyaret ettiğini düşündüğü Polinezyalıların bu bitkileri anavatanlarına dönerken yanlarında götürmüş olabileceklerine inanıyordu. İşte bu perspektiften yola çıkan de Bisschop bilinen denizcilik tarihinin Polinezyalıların hakkı verilerek yeniden yazılması gerektiği inancındaydı: Denizcilik tarihinin merkezine ticaret rüzgarlarını arkasına alarak Karayiplere yolculuk eden Avrupalılar değil, her koşulda, dünyanın tüm denizlerine yolculuk ettiklerine inandığı Polinezyalılar yerleştirilmeliydi.
Tahiti Nui -I-
8 Kasım 1956. Tahiti Nui Şili kıyılarından Pasifik’e açılıyor. Artık William Willis gibi altmışlarının ortasına gelmiş bir ihtiyar deniz adamı de Bisschop ve mürettebatı, kadim günleri anmak, anlamak ve de Bisschop’ın deniz etnolojisi hipotezini kanıtlamak üzere bilinmeze yelken açıyor.
Ancak başta Kon Tiki’nin efsane mürettebatından Benght Danielsson olmak üzere bir çok insanın kafasını kurcalayan iki soru vardı: De Bisschop bu yolculuk için neden Polinezya kanosu yerine bir salı, daha da önemlisi bambu bir salı tercih etmişti?
De Bisschop bu sorulara her seferinde aynı yanıtı vermekteydi: Polinezyalılar özgün bir deniz kültürüne sahipti. Daha da önemlisi farklı amaçlara yönelik farklı tekne tasarımları kullanmışlardı. Balıkçılık ya da resifler arasında gezinmek için tek kayaklı kanolar kullanırken, komşu kabilelere karşı hızlı vur-kaçlar ya da bilinen noktalara yolculuk etmek için daha büyük ve çift kayaklı kanolar kullanmışlardı. Fakat uzun mesafeli keşif ya da kolonizasyon yolculukları söz konusu olduğunda insanları ve gerekli tedariki taşıyabilmek için geniş sallar kullanmaktaydılar. Her ne kadar Heyerdahl ve arkadaşları anlamasa ve kullanmasa da taşınabilir salma sistemi denebilecek guarra (omurga tahtaları) donanımları sayesinde de neredeyse her türlü deniz koşullarında seyredebiliyorlardı. Dolayısıyla, de Bisschop’ın deyimiyle ne hakim rüzgarlara ne de akıntılara ihtiyaçları olmayacaktı. İşte “neden sal” sorusunun cevabı buydu.
De Bisschop’ın bambuyu tercih etme nedeniyse çok basitti: Bambu malzeme balsa kütüklerine göre çok daha yavaş su çekiyordu. Bu durumda geriye bambuların dayanıklılığını test etmek kalıyordu. Çünkü ikinci Fou Po’yu teredo navalis denen ahşap kurtlarına kaptırmıştı ve bu kez işi sağlama almak istiyordu. Bunun için salın inşasına başlamadan önce denizin içerisinde bambudan bir platform oluşturuldu. Bir yıl sonra bambuların bir kısmı teredo navalisler tarafından saldırıya uğramış olmasına karşın platform hala yüzmekteydi. Böylece benzer sallarla gerek Polinezyalılar, gerek Markiz adalarının yerlilerinin Tahiti’den Hawai’ye kadar enginleri defalarca aşmış olduğuna dair inancı bir kez daha doğrulanmıştı. Artık geriye sadece Polinezyalıların geçmişten bugüne denizcilik kültürüne kazınmış anılarından yola çıkarak, benzer malzemelerden Tahiti Nui’yi inşa etmek kalmıştı.
Bambular hazır olduğunda hindistancevizi lifleri ile birbirine bağlandı. Yelken donanımı için bitkisel liflerden örülen halatlar kullanıldı. Salın üzerinde yer alan çift kat kontrplaktan yapılma kulübe gerekli kuru alanı sağlama görevini üstlenecekti. Bu kulübe uyku alanı olarak kullanılmasının yanı sıra elektrikli iskandil, karanlık oda ve bir radyodan oluşan donanımıyla salın yirminci yüzyılın izini taşıyan tek bölümü olma özelliğini de taşıyordu.
De Bisschop’ın tahminlerine göre son büyük Polinezya filosu bundan 700 yıl önce, 14. yüzyılda Pasifik’e açılmıştı. Ve işte tam 700 yıl sonra Tahiti Nui, elli kanonun eşliğinde ve bir hücumbotun yedeğinde Papeete limanından ayrılıyordu. De Bisschop’ın hesaplarına göre izledikleri rota onları üç ya da dört ay sonra Güney Amerika kıyılarına ulaştıracaktı.
Fakat yolculuk sorunlu başladı. Tahiti Nui daha yolun başındayken De Bisschop’ın bambuların yüzerliği konusunda taşıdığı endişe nedeniyle yolculamaya gelen hücumbotun yedeğinde kıyıya çekildi. İlave bambularla salın yüzerliği arttırıldıktan sonra yolculuk aynı hücumbotun yedeğinde Tahiti’nin güneyinden tekrar başladı.
Tahiti Nui’nin daha ilk günlerde yaptığı en ciddi tatsız sürpriz Austral Adası yakınından çizilen rotadan 200 mil kadar sapması olmuştu. Anlaşılan de Bisschop’ın da guarralarla arası en fazla Heyedahl kadar iyiydi. Böylece, 1956’yı 1957’ye bağlayan günler Şili’ye 5000 mil mesafede, soğuk sularda geçti.
Rapa’dan sonra batı rüzgarları ile birlikte rota direkt olarak Güney Amerika’ya döndü. Takvim 23 Şubat 1957’yi gösterdiğinde Tahiti Nui 117 derece batı boylamını geçiyor ve yolu yarılamış bulunuyordu. Bu arada Eylül ayında suya indirilmiş olan bambular beş aydır yüzmekteydiler. Her ne kadar de Bisschop güvenli bir şekilde Şili kıyılarına ulaşacaklarını düşünse de mürettebatın kalanı bambuların yüzerliğinden yana endişelenmeye başlamışlardı; ne de olsa önlerinde hala 2500 millik bir yol uzanmaktaydı.
7 Mart 1957’de antropologların muamması Paskalya adası sadece 350 mil mesafedeydi. Mürettebat özellikle 40. paralelden itibaren de Bisshop’ın seçtiği rota nedeniyle maruz kaldıkları kötü hava ve deniz koşullarından dolayı moral açıdan dibe vurmuş bir haldeydi. De Bisschop’ın Paskalya adasında karaya çıkmasını ve Salı elden geçirmesini ümit ediyorlardı. Oysa o yola devam etmeyi seçecek ve bu seçimiyle yolculuğu belki de Kon Tiki ekspedisyonu kadar değerli kılabilme fırsatını geri çevirdiği gibi onları bekleyen yıkımı da hızlandıracaktı.
Nisan ayı beraberinde su sıkıntısını getirdi. Mayıs, taze batı rüzgarlarını taşıdı fakat Şili hala 1000 mil uzaktaydı. Bir hafta sonra, kıyıya yaklaşık 800 mil mesafede ana bambu blok dağılmaya başladığında rüzgarın hızı saatte 50 mili bulmuştu. Artık koşullar tamamen umutsuz bir hal almıştı. Daha da kötüsü, De Bisschop bambuların kalbura döndüğünü fark etmişti. Teredo navalisler iş başındaydı ve bambularda neredeyse serçe parmak kalınlığında tüneller açmışlardı.
Mayıs’ın ortası, denizde altıncı ay. Fırtına Juan Fernandez adasına girme ihtimalini de yok edince de Bisschop artık yardım sinyali göndermek zorunda kalmıştır. Hatta yardımın bir an önce ulaşmasını sağlamak amacıyla mesajı oldukça da abartılı göndermiştir.
26 Mayıs 1957. Bir Markiz sanatçı tarafından oyulmuş Tiki figürü Tahiti Nui’den sökülür. Şili deniz kuvvetlerine ait geminin güvertesinde de Bisschop Tahiti Nui’nin parçalara ayrılışını dinlemektedir.
Sahile varır varmaz Tahiti Nui deneyimini yazmaya başlar. Şimdi 66 yaşındadır, ama rotayı tamamlamak konusunda daha da kararlıdır.
Tahiti Nui –II-
15 Şubat 1958. De Bisschop Tahiti Nui II adıyla vaftiz edilen yeni salında bu kez Thor Heyerdahl ve William Willis gibi balsa kütüklerine güvenmeyi seçer. 13 Nisan 1958’de Tahiti Nui II Markiz adalarına doğru yola çıkar.
Fakat ne rüzgarlar dosttur, ne akıntılar elverir. Hatta el ele verip Cook adalarına doğru sürüklerler de Bisschop’ın balsa salını.
30 Ağustos 1958. Umutlar çoktan tükenip, resif keskin dişlerini göstermeye başladığında…
Sal parçalara ayrılmadan hemen önce de Bisschop’ın dört kader arkadaşı çarpmanın etkisiyle savrulur. Ama de Bisschop salın enkazı arasında sıkışmıştır. Dört yoldaşı kıyıya ulaşıp canlarını kurtarmaya çalışırken de Bisschop için artık çok geçtir. Dalgalar de Bisschop’ı ve saldan kalanları tekrar tekrar Rakahanga resifinin keskin dişlerine çarpmaktadır. Yerlilerin yardımıyla karaya çıkarılana kadar 66 yaşındaki bedeni çoktan ölümcül yaralar almıştır.
1947 yılında yaşamaya başladığı Rurutu adası (Fransız Polinezyası) bu iflah olmaz deniz ihtiyarının son durağı olmuştur.
Saygıyla!
Hakan Tiryaki, Naviga Mart 2010
Kaynakça:
Tahiti-Nui, Eric de Bisschop, 1959, Collins
The Voyage of the Kaimiloa, Eric de Bisschop, London, 1940
Kon-Tiki in Reverse: The Tahiti-Nui Expedition, Penn State University