İlk kara deneyimi sonunda bitti. Yengeç 75 gün sonra tekrar denize kavuştu. Bu 75 gün boyunca sık sık kendimi düşünürken ya da kendi kendime “neden? diye sorarken buldum.
Sahi ya, neden?
Millet hemen karşımda tenis oynarken, bir diğer kısmı küçük fiber tekneleri ile Bucak Denizi’nde balıktayken; gıpta etmemek mümkün değil. İyi ama neden?
Önce Yengeç’ten bahsetmem lazım. Farkettim ki daha önce ne Yengeç’ten, ne de hayatıma girişinden pek detaylı bahsetmemişim.
Burada başlamış Yengeç’in öyküsü.
Dört sarıkızdan biriymiş Yengeç ya da o zamanki adıyla Tamomar. 1984’te inşasına başlanmış, 1987’de karnı deniz suyuna değmiş. İlk sahibi Flippa ile 90’ların ortasına kadar sürmüş beraberlikleri. İkinci sahibi İsrailli bir hatunmuş ki bana göre tam bir efsane. Dört çocuğu ve kocasını sittiredip Yengeçle Akdeniz’i bir uçtan diğerine didik didik etmeye başladığında ellili yaşlarındaymış. Sıkı bir yelkenci, dahası gerçek bir denizciymiş. Derken Yunanistan’da bir başka hatuna kaptırmış gönlünü, bir diğer klasik ahşap tekneye. Ne zaman ki O satılığa çıkmış Yengeç’i bana getiren süreç başlamış
Benden önceki sahibi Ali (Karaşıklı) abi. Flippa’dan sonra Ekvador olarak değişen adı Ali abiye geldiğinde Yengeç olmuş. Bir daha değişmemek üzere. Ali abi ve eşi uzun yıllarını geçirmişler Yengeç’te. Uzun yıllar Teos’un süs olmuş Yengeç.
İki sene önce bir belgesel projesi geldi aklımıza. Türkiye’nin belki de en iyi bir kaç sualtı fotoğrafçısından biri, Cenk Ceylanoğlu ile laflıyorduk. Hala İstanbul’da dalmamış olmasına anlam veremiyor, anlattıkça anlatıyordum. Neandros’un mercanlarını, Burgaz’ın örümcek yengeçlerini, Büyükada’nın yumuşak mercan tarlalarını. Derken Dört Mevsim İstanbul adını verdiğimiz belgesel projesi doğdu. Dalış merkezim vardı bir kere, ekipman derdimiz yoktu. Cenk zaten fotoğraf konusunda kendini ispat etmişti çoktan. Ardından Sait Özgür Gedikoğlu eklendi ekibe. O da gerçekten vizyonu olan bir sualtı kameramanı ve daha da önemlisi benim gibi bir su hayvanıydı. Başladık belgesel çekimleri için dalışa çıkacak bir tekne aramaya. Bir süre sonra kiralama fikrinden vazgeçtik, daha doğrusu pes ettik. Başladık 9-10 metrelik bir motoryat aramaya. Tek derdimiz dalış yapabileceğimiz bir tekne…
Tam da o sırada Barış (Ersemiz, bir diğer deniz hayvanı) aradı birgün. “Geçen sene İstanbul’a getirdiğim bir tırhandil vardı ya, onu bir şekilde kullanabilir misiniz acaba?” diye sordu. Kaç metre dedim, 12-13 falan dedi. İlk tepkim gayet mantıklıydı aslında:
“Lan oğlum ne ederim ben 12-13 metre tırhandille, ne param yeter almaya… nereye bağlarım, nasıl bakarım!!!”
O zaman görmüşüm belki de başıma geleceği…
Barış biraz daha bahsetti, adı Yengeçmiş ve sarıymış. Sarı! Len sarı tekne mi olur, ilk iş rengini değiştirmek lazım diye düşünmüştüm. Neyse, sonra Ali abiden bahsetti, sağlık sebepleriyle baş edemediğinden. “Param olmadığını biliyorsun, nasıl olacak bu iş???” dedim, bir bakalım dedi. Fotoğraflarını istedim.
Bunları görünce “Olmaz len bu iş. Bu bildiğin gemi. Bir de üzerine sanat eseri.” dedim. Keyfim kaçtı. Asgari ücretle Ferrari’ye sardırmak gibi bir şey bu; umutsuz vaka.
Ekibin kalanına gösterdim, deli oldular ama o kadar. Yine de dayanamadım, “En azında tanışmış oluruz.” dedim ve Ali abiyle bir araya gelmeye karar verdik.