Çadır
Dedik ya, tekneyi yerine koyunca kuş kadar olan bütçe tükendi. Diğer taraftan tekne kazındı, ahşap cillop gibi çıktı ortaya. Yani artık üzerinin kapanması lazım. Yani, para lazım. Ben inatla çadır desem de buralarda inatla çatı diyorlar. İşte o çadır için önce bir arkadaş biz hallederiz dedi, ne kadar dedim, 10.000 TL dedi. Bir tarafıma iniyordu. Lan zaten bütçe 50-70.000 ki kaynak yok ortada. 20.000’i tükettik bile. Başka bir tanesine sordum, malzeme senden olursa 5.000’e çatarız dedi çatıyı. Bizim atölyedekilerle konuştum, dedim anlatın hele, nasıl olacak bu iş. Ne de olsa her sene en az bir iki tane kuruyoruz. Keko bu konuda bilirkişimiz. Hesaplayalım dedi. O arada bende boş durmamak adına başladım yazıp çizmeye, malzeme listesi yapıp, fiyat araştırmasına.
Malzeme listesi çıktı. Özeti şu, kayık büyük, acıtacak. Branda lazım, 25*14 metre, 5*10 kereste lazım yüz küsur tane, tahta lazım yüzlerce, kalas lazım, bir sürü, çivi lazım toplam 20 kg kadar. Resmen daraldım. Bu arada marinada da tam zamanı, çadır kuran kurana. Bakıp bakıp iç geçiriyorum. Hele bir tanesi vardı ki, ev diye yaşarım içinde. Neyse, borç harç kereste parasını derledik. Benim hesabıma göre 110 tane 5*10 kereste yeter görünüyordu. Tahta ve çıta için de Keko’ya attım topu. Keko verdi siparişi ve sonunda kereste geldi. Branda için vakit var, nakit yok. Hayırlısı.
Şimdi program şöyle; Keko elindeki işi bitirince hep birlikte girişeceğiz ve iskeleti çakacağız. Keko bir tek ölmedi! Ocak ayının yarısı geride kalırken biz hala çadırı çatmaya çalışıyoruz ama gel gör çatacak olan Keko’nun bıngıldağı oynadı. Hastanelik oldu, istirahatten sonra da baş dönmesi ve denge kaybıyla döndü. Türkçesi, Keko’dan hayır yok. Ağzımızdan da çıktı bir kere çadır işi sende diye. Keko’da sağolsun, istekli. Başladık çalışmaya. O diyor, ben yapıyorum. Yapıyorum yapmaya bir şeyler ama bir kısmı zerre mantıklı gelmiyor. Bir şey de diyemiyorum, “çok biliyorsan kendin yap” dese kalırım dımdızlak. Uzatmayayım, Keko ayakta kalabildikçe çalıştık. Bir kaç günde biraz yol aldık.
Zemin fiyasko. E bizim dikmeler de evlere şenlik ama asıl merak ettiğim, nasıl çakacağız çatıyı. Keko’ya bir kaç kez dedim, “şu çatının makaslarını neden hazırlayıp dikmiyoruz”, “kaldıramayız abi” dedi. Lan arkadaş, kaç kilo olabilir ki. Zaten herbirimiz bir öküz gücündeyiz çalışırken. Yok, dinletemedim. Laz işi oldu. Şimdi yukarıdaki fotoğrafta olmayan çatı için makaslar hazırlanacak ve sonra aşağıdaki fotoğraftaki gibi, merdivenle 5 metre yükseklikte okuya üfleye çakılacak. Lan arkadaş, o kadar mühendislik oku, yıllarca her türlü tasarım işi yap, bilmem kaç tane fuar stantı kur, sonra gel gecekondudan hallice bir işte aşağıdaki duruma düş…
Bu arada Fethiye’de sevdiğim bir kumaşçıdan brandayı da iyi bir fiyata bulunca gün geldi çattı. Çatı çatılacak ve branda atılacak. Orijinal plan makasları çakıp sadece brandayı sermek için vinç çağırmaktı. Tabi ki öyle olmadı. Makasları çakmaya başlayınca her açıdan sıçtığımız çıktı ortaya. Çarşamba yağmur geliyor. Ardından da fırtına. Salı gününden aradım vinç için, Çarşamba saat 13:00 dedim, en geç. Yağmur yağacağını, yağmadan örtmemiz gerektiğini bir kaç kez söyledim.
Planın yeni hali, sepetli vinç gelecek, sepete çıkıp makasları çakacağım. Tabi vinç gelmek bilmedi. O arada üç makası çaktık bile. Kaldı dört tane. Ama çaktığımız makaslardan biri sakarlığımızdan, biri de benim kazmalığımdan patladı. Sinirlerim iyice laçka oldu. Lan bir kaç ay kalması, fırtınaya falan dayanması gereken çadır daha kuramadan dağalmaya başladı. Delireceğim. Makasları tamir ederken sonunda vinç geldi 15:30’da. Bu arada ilk parti yağmur da vinçle birlikte başlayarak tüy dikti durumumuza.
Sepette ben, teknenin üzerinde atölyeden arkadaşlar başladık hummalı bir şekilde çalışmaya. Bir makas daha pörtledi. Bir makasın bir ayağı diğerinden uzun olmuş, merkezden kaydı. Öyle böyle, bizim çadır tey tey de olsa kendi ayaklarının üzerinde durmaya başladı. Sıra inca tahtalarla 5*10’ları birbirine bağlamaya geldi. Sepet girdi, giremedi. Operatör kulak arkasına kadar cilalandı. Ahşap iskelet bir kaç kez gitti geldi. Bu arada tekrar yağmur başladı. Vinç saatine 600 TL yazıyor. Alt alta koydukça zıvanadan çıkmaya başladım. Hava kararmaya yüz tuttuğunda durum aşağıdaki gibiydi…
Sıra 25*14 metre ölçülerindeki tek parça brandayı çatının üzerinden aşırmaya geldiğinde henüz kahvaltı dahi etmemiş olduğumu farkettim. Yağmur biraz ara verince açlığı unutup hemen çıktık sepete. Öncesinde adet olduğu üzere öyle mi sersek, böyle mi alsak şeklinde sayısız fikir ortalıkta uçuştu. Bir ara yoldan geçen bir servis sürücüsü dahi konuya dahil olup akıl verdi. Sonunda çıktık sepete Sülo’yla, başladık operasyona. Anamızdan emdiğimiz süt hemen her gözeneğimizden geldi. Ağır, ağır da asıl sorun her asılışımızda “aha, gitti çadır” diye yüreğim ağzıma geliyor. Arkadaş kıçı başı bir oynuyor bizim çadırın. Nasıl duracak bu çadır kendi ayaklarının üzerinde…
Brandayı da attık. Hızlıca tahtaları ve çıtaların bir kısmını çaktık. Vinci azat ettik. Hava karardı. Yağmur yeniden başladı. Çiviler hariç 3.680 TL’na malolan çadırın karşısına geçip bir sigara yaktım. İş listesinin kalbinde yer alan önemli bir eşiği atlamıştım ama gel gör, sabah geldiğimde hala yerinde olacağına dair ciddi endişelerim vardı.
Nitekim ertesi sabah geldiğimde çadırdan ziyade bir sarnıç inşa ettiğimizi farkettim…