Her sene 5 Haziran benim için yılın en özel günüdür. Çocuğum gibi bir şeydir Konuşan Balık Deniz ve Çocuk Şenliği. Yerimde duramam, çocukla çocuk olur, sekerim ortalıkta. İşte bir yandan talaş içinde yuvarlanırken bir yandan da 6. Konuşan Balık’ı organize ediyorum. İstanbul’da tüm ekip endişeli, sayılı günler kala ben hala marinanın çekek alanında Yengeç’le boğuşuyorum. Şenlikten yana kafam rahat, zaten daha önce 5 tane yapmışım, bir şekilde hallolur da asıl mesele bir kaç gün sonra denize geri dönerken kalan parayı nereden bulacağım…
29 Mayıs günü son kez revize ediyoruz planlarımızı. 30 Mayıs, saat 14:00’te denizlere döneceğiz artık. Tam bir yıl önce de Pendik’ten çıkmıştım, denk geldi. Motorsikletimi satmıştım, bir gün öncesine kadar ona güveniyordum, kafam rahattı. Fakat Cuma mesai saati bitti ve yine bana gelmeye başladılar. Len ertesi gün tekneyi indireceğim ve hala para yok ortada.
Bu arada 75. günün sabahında hala bir ton eksik var, deli olmak içten bir şey. Sabah 07:00’de işbaşı yaptık Nükhet’le. O son kat zehirliye girişti, bende alt yumruların ve façanın boyasına. En azından Nükhet insafa geldi, yoksa ne halt ederdim bilmiyorum. İşin doğrusu fiziki yorgunluk kadar yalnızlık bitirdi beni bu süreçte. Öyle zamanlar geldi ki iskeleden aşağı düşen zımpara kağıdını almak için geçen birisini beklediğim oldu. Öyle yorgun, öyle bitkindim artık. Bir daha sefere hiç kimseyi bulamazsam köpeğimi alacağım yanıma.
Neyse, öğleye doğru aldık bizim koca karınlı hatunu lifte, indirdik felenkleri, geriye kalan astar ve zehirliyi vurduk. Bu arada artık ofise gitmem ve tekneyi indirebilmek için borcum olmadığına dair kağıt almam lazım. Yine Tuncay’ın kapısında bittim ve yine bodoslama girdim mevzuya:
“Olup olan bu abicim, **** kadar eksik kaldı. Şimdi durum şu; bugün tekneyi indiremezsem, akşam İstanbul’a uçuyorum, çünkü çocuk şenliğim var ve paketin süresi de biteceğinden muhtemelen yeni çıkacak hesabı ödeyemeyeceğim ve nurtopu gibi bir tırhandiliniz olacak. Ya da borçlu kalacam, alıp teknemi gidecem, bakiyesini önümüzdeki ay vereceğim.”
Tuncay (bey demek istemiyorum inatla, bir çok arkadaşımdan daha fazla iyiliğini gördüm) yine son derece kibar ve daha önemlisi rencide etmeyen bir tavırla destek çıktı. Kağıdımı aldım, uçarak gittim.
İşte 75 günlük drama böyle başladı;
böyle bitti
Dile kolay, 75 gün. Len bir Kaş’a geleyim dedim, 64 gün. Karaya çıkalım, adam edelim hatunu dedik, 75 gün. Artık kesinlikle eminim, sorun bende.
Diğer taraftan Pendik’ten ayrılmadan hemen önce hissetmeye başladığım duygu artık hissetmenin çok ötesine geçmişti. Yengeç’in girmediğim, görmediğim, ellemediğim bir santimetrekaresi yok artık.
Çevrenizdeki insanların size deli gözüyle bakmasına alışacaksınız. Bitmek tükenmek bilmeyen laf sokmalarına, esprilerine alışacaksınız. Eşinizle, ailenizle sıkça karşı karşıya geleceksiniz. Kısacası kimse sizi anlamayacak. Zaten sizin de umurunuzda olmayacak
Çünkü ahşap tekne demek ölçüsüz emek demek. Ve insanı farklı kılan belki de en önemli değerlerden biridir emek. Basit şeyleri bile kıymetli kılar; değer katar. Hani son derece mütevazı bir şekilde “O zaten oradaydı, ben dışarı çıkarttım sadece” der ya heykeltıraş… yeteneği değildir sadece onu ortaya çıkartan, emeğidir. Belki biraz da böyle hissettiriyor bana Yengeç. O çürümüş ya da verniği pul pul dökülmüş ahşap biraz emekle bir sanat eserine dönüşüyor. Gün be gün çirkin ördek yavrusu bir kuğuya dönüşüyor gözünüzün önünde.
Ve bugünlerde aynı kuğu yine çirkin ördek yavrusuna dönüşmekte
Yine zımpara, yine vernik. Su alan yerlere izolasyon. Bol sika, bol macun. Bir tuvalet kağıdı rulosunu dolduracak kadar yapılacak iş listesi. Ve tabi yine sorun aynı; vakit var ama nakit dar.