Yeteri kadar endişe yokmuş gibi bir yenisi daha eklendi; çadır. Yahu arkadaş, cidden akıllı adam işi değil şu tekne işi. Denizde ayrı dert, karada ayrı dert. Çadırı kurduk, kurduğumuz gibi başladı fırtınalar. 50 knot rüzgara dayandı ama nasıl dayandı, ben de hala anlamış değilim. Alarga günlerin bir benzeri oldu hayat, rüzgar esti, koş çadırı kontrol et; yağmur indirdi, koş çatıda biriken suları kontrol et… sürekli bir şeyleri kontrol et.
Ama hepsi hikaye, asıl zor olan çalışan adamları kontrol etmek. Şubat ayında kelimenin tam anlamıyla giriştik kayığa. Tatlı su çürüklerinden süngere dönmüş bodoslamanın değişimi en çok gözümde büyüyen iş. Baş tarafı komple dağıtmamız gerekiyor. Söktükçe içim gidiyor, “Ne yapıyorum lan ben!” diye soruyorum sıkça kendime. Küpeşteler, pıraçollar, sargılar… söktükçe söküyoruz, söktükçe daralıyorum. Nasıl toplanacak bunların hepsi? Neyse ki adamlar iyi çalışıyor diyor, avunuyorum. Yengeç bildiğin şantiye.
Bir de öngörülemeyen işler var. Mesela, Yengeç’in davlumbazında altı Alüminyum çerçeve ile sabitlenmiş cam var. Salladım durdum, sırası gelince sökerim diye. Ne olacak ki, altı üstü bir kaç cıvata. Cam başına 24 adet, toplam 144 adet cıvatanın tamamı paslanmaz ve Alüminyum çerçeveye herhangi bir kimyasal -Duralac vb- kullanılmadan saplanmış ve tabi bin yıldır olduğu yerde kalınca kelimenin tam anlamıyla tutmuş. Üçüncü günün sonunda ısıtma, darbe, çürütme vs tüm yolları ve öngörülen sabrı tüketip taşla kestim alayını. Günün sonunda çerçeveleri, zamanı geldiğinde kabusa kaldığım yerden devam etmek üzere kaldırdım.
Şubat hızla ilerlerken kayık neredeyse tamamen soyulmuş, personel kamarasının tavanı komple sökülmüş, baş taraf tamamen dağılmış, havuzlukta sancak tarafta yer alan tuvaletin tavanı sökülmüş, eski Alüminyum çerçevelerin tamamı yeni lumbozlarla değiştirilmek üzere sökülmüş… yazmakla bitmez bu liste. Tek tesellim, ekip iyi çalışıyor, durmadan bir şeyler sökülürken, bir şeyler yerine alıştırılıyor.
Hani dedim ya, asıl zor olan adamları kontrol edebilmek. Mart ayıyla beraber ekibe nazar değdi. Bu arada çalıştığım atölyede işler almış başını gidiyor. Yerimde duramıyorum, tekneden tekneye sekip duruyorum. Bulduğum her boşlukta koşa koşa kayığa geliyorum ki, ya bir kişi kalmış çalışan, ya o da yok. Bahaneler, mazeretler… Oysa taksimetre çalışıyor. Hatta aslında Şubat sonunda sözleşme bitti. Akıbet belirsiz. Hatta tam da Neyzen’in dediği gibi, “hal bok, ati kenef!”
Bunlar daha iyi günlerimmiş meğer. Mart ayıyla birlikte pandemi de giriverdi hayatımıza. “Kolera günlerinde aşk” tadında ilerliyor işler; salgın uç verdi, sokağa çıkma yasakları kapıda. Sözleşme bitti, marina arayıp kayığı atalım falan gibi şeyler söylüyor. Aslında tam da olan şey şu, Şubat’ın son haftası arayıp, kontratını bitti, hazırsanız atalım suya dediler. Fakat öyle bir yerdeyim ki, beni atabilmeleri için 5-6 tekneyi kaldırmaları lazım. Gayet saftirik bir şekilde düşündüm ki, nasıl olsa uğraşmazlar. Zaten öyle absürt bir yerdeyim ki, kimsenin teknesini koyamazlar oraya. Aklı başında adam yıkar ortalığı. Su yok, çamur içinde her yer. Neyse, aradılar, “Hazırsanız sizi Cumartesi ya da Pazar günü atacağız.” dediler. “Az bir işim var, atın o zaman.” diyerek aklımca blöf yaptım. Ulan, Marintürk bu, yer mi hiç! 19 teknede olsa kaldırır, atar ya da çatır çatır farkını alır. Sonraki hafta tekrar aradılar, kaldırıyoruz dediler etrafınızdaki tekneleri. “Kaldırın.” dedim gayet pişkince. Bir yandan da başladım tutuşmaya.
Bu arada bir umudum var, o da pandemi. Hani belki aklı başında, gelişmiş bir memleket gibin davranır da lock-down falan eylerlerse, mücbir sebepten yırtarım falan gibi hesaplar yapıyorum. Tabi tamamı boş hesaplardı. Çarklar döndü ve altında ezilmeye devam ettim.
Tablo şöyle; olan 20.000 TL’lik çılgın bütçe çoktan bitmiş, hatta nereden ve nasıl bilmiyorum, harcamalar 66.000 TL’yi geçmiş. Daha işin orta noktasındayım -ki sonraki günlerde gördüm ki, o an orta noktaya ne kadar da uzak olduğumun farkında bile değilmişim- ve para yok. İş çok. En sonunda delikanlılığı bir tarafa bırakıp, efendi efendi sordum vebalini işin. Dediler bir ay için 13.000 TL. O an içimden geçenlerden ben bile korktum. “Şaka mısınız lan siz!” dedim galiba, emin değilim. Cidden rakamı duyunca kendimden geçmişim. Son derece saf bir şekilde 30 gün daha uzattık kontratı. Sağolsunlar, rakam 6.700 TL gibi bir şey oldu. Oldu da, nereden, nasıl ödenecek, hiç bir fikrim yok. Sen misin efelenen. Ulan sınıf bilinci dahi gelişmemiş sen, Marintürk’le aşık atabilir misin?
Mart’ın sonuna doğru psikolojik olarak tükenmeme cidden az kaldı. Bu kara serüveni de yine “efsanevi” olacak gibi. Sıcaklar da yaklaşıyor. Mayıs başında denize inemeyecek bir Yengeç yine ağır kapak olacak, o kesin. Öyle de dağıttım ki bu sefer adam edeceğim diye, ha desem bir ay sürer toparlamak. Artık öyle bir bozulmuş ki psikoloji, geçen gece rüyamda Yengeç denize inmişti ama motoru ve dümen tertibatı yoktu. Demir alıp, yekeyle yol almaya çalışıyordum ama ırgat da yoktu…