Cepteki para gibi sarıyaz da tükendi gitti. Teknede hareket yok. Para bitince çalıştıracak adam da kalmadı. Bir de üzerine atölyenin işleri eklenince günler yine uzaktan izleyerek geçiyor Yengeç’i.
Tabi bu kadarla kalsa yine iyiymiş. Bir de üzerine yaptığım saçma sapan bir sakarlıkla sağ eli de bir süreliğine kaybettik. İskele demiri ile forkliftin bıçağı arasında sıkışan sağ elimin üç parmağını son anda kurtardık. Sadece dikişle atlattık. Ama gel gör, kaldık bir süreliğine tek ele…
Ekim ortasında kontrat bitti. Marinaya dedim, taşıyacağım tekneyi. Yavaş yavaş başladım taşınma hazırlıklarına. Kilit sorun uygun bir “boat-mover” bulabilmek. İstanbul’dan gelen bir emmi heveslendirdi, makul de bir para istedi. Tamam dedim, oldu bu iş. Gel gör, taşıyacağımız yere gidince yine hayaller suya düştü. Tırın çekek alanından önceki iki köşeyi dönmesi mümkün görünmüyordu. Marinadan boat-mover istedim, ücreti mukabili, prensipleri varmış, marina sahası dışına çıkartmıyorlarmış. D-Marin’den istedim, onların aracı da zayıf kaldı, gözleri yemedi. Bu arada oldu bu iş diye sevinip, çadırı da sökmeye başlamıştım. Yine girdik çıkmaza…
Dalaman’da bir firma var. Onu aradım. 750 metre mesafe için 6.000 TL istediler. Tek yön hem de. Aynı adamlar, iki gün önce Dalaman’dan tekne getirdiler, 4.000 TL’ye. Yine kütükten kaybettik. Bir kaç gün daha farklı işlerle uğraşarak geçti. Sonunda adamları bir kez daha aradım. 5.000 TL’ye indiler. Bir sonraki hafta Çarşamba günü için sözleştik. Sözleştik sözleşmeye de, hala kafamda aynı soru var; “köşeyi dönecek mi?”
Bu arada gidiş, dönüş ve diğer çekek sahası, oldu yine 15.000 TL. Da işte, ölümü görüp, sıtmaya fit olarak geçiyor hayat. Adamları bir kez daha aradım. Hala net bir yanıt alamıyorum. Dönecek mi, dönmeyecek mi? Tekneyi yükleyip, oraya kadar gidip, dönmüyor köşeyi bu derlerse kesin katil olacağım artık.
Tam da bu sırada marinadan aradılar. Ne zaman çıkıyorsun diye. Aramışken fiyat verin bana dedim altı ay daha uzatma için. Zaten bir ay geçirmişim bile sözleşme tarihini. 32.000 TL dediler.
Tablo şöyle: Çadır sökülecek, tekne taşınacak, herşey yolunda gider de yeni çekek alanına kadar giderse tekrar çadır kurulacak, tüm malzeme -bir kamyon kadar malzeme var tekneden sökülmüş- taşınacak, çadırın tüm malzemesi taşınacak, payanda ve takoz tedarik edilecek ve tüm bunlar bittiğinde tekne ucuz ama gözümden uzakta olacak. Bir de benim ekibi bir daha tekneye sokmam çok zor…
Tüm bu hesapları yaparken aslında ne marinaya, ne de taşıma vs işlerine verecek para yok cepte. Bir şekilde bulacağım nasıl olsa diye yardırıyorum artık. Ne de olsa 20.000 TL para ile başlayıp, buralara kadar geldim ya, artık tuhaf bir özgüven oluştu bende. Aldım elime telefonu, aradım marinayı, yenileyin dedim sözleşmemi. 17 Mart’a kadar, 32.000 TL, aydan aya, 5-6 gibi öderim bir şekilde dedim. Demez olaydım…
Sözleşmeyi uzatınca ilk iş sökmeye başladığım çadırı tekrar toparlamak oldu. Beş günümü yedi. Ama eskisinden de sağlam oldu. Artık ufak ufak başlayacak fırtınalara hazırdık.
Kasım sonlarına doğru, sözleşmeyi de yeniledik ya, tekrar marinanın radarına girmiş olsam gerek, tuhaf telefonlar almaya başladım. İlk aramada, “Sizin teknenin direği çekek alanında. Kapladığı alan için fatura kesmemiz gerekiyor.” dediler. Ulan arkadaş, evden mi getirdim ben bu direği! Adı üzerinde, “teknenin direği”. Olabildiğince kibarca, tekneden söktüğüm ne varsa doğal olarak çekek alanında bir yerlerde istiflemek durumunda olduğumu, bunun son derece normal olduğunu, dahası, neredeyse bir yıldır aynı yerde durduğunu söyledim. Mırın kırın ettilerse de, kesinlikle ödemeyeceğimi, gerekirse kaldırabileceğimi söyledim. Kapattık.
Yaklaşık yarım saat sonra bir başka eleman aradı. Kayığımın bulunduğu yerden taşınması gerekiyormuş! Neden dedim, “O alan güvenli değil.” dediler. Ulan, güler misin, ağlar mısın! Onbir ay sonra mı fark ettiniz buranın güvenli olmadığını. Dahası, ben mi getirip, koydum buraya kayığı… Neyse, taşırım taşımaya ama çadırı sökmem bir kaç gün, tekrar kurmam da en az bir kaç gün dedim. Meğer bombayı sonraya saklıyormuş. “Yeni yerinizde çadır kuramayacaksınız.” demez mi! İyi de dedim, ben nasıl boyayacağım kayığımı? Boya atamayacak, zımpara yapamayacaksam ne halt etmeye çekek parası veriyorum size? Bir süre sonra, boya işini bitirir bitirmez taşımak üzere bir orta yol bulduk. “Ne kadar sürer?” dedi, “Bilmiyorum, bitmesine yakın haber veririm.” dedim. Hafiflemiştim ki, meğer bir önceki de bomba değilmiş. Bombanın Allahı sonunda geliyormuş. “Bir de taşıma ücreti olacak, onu da hatırlatayım.” demez mi! Bildiğin sınanıyorum arkadaş! Ulan şaka mısınız? Küfretmeden nasıl becerdim bilmiyorum ama kısaca kayığıma elinizi sürerseniz mahkemelik oluruz, 17 Mart’a kadar ilişmeyin bana dedim. Hiç bir ekstra ödemeyi de kabul etmiyorum, yeter ulan dediğimi hatırlıyorum.
Marinaya öyle kuruldum ki, yerimde duramıyorum. Bir şeyler yapmam lazım. Acısını banyo tezgahlarından çıkarttım. İki gün, alet kullanmaksızın, deli gibi zımpara yaptım. Kesmedi, direği laga luga yapamayacakları, dahası, para isteyemeyecekleri bir yere taşıdım. O da kesmedi, kovanı saran betonu kırayım dedim. Aldım elime çekiç ve murcu, giriştim. Arkadaş ne beton atmış adamlar, iki gün öküz gibi giriştim, bana mısın demedi. Ama sakinlememe bayağı katkısı oldu.
Keyifli bir marangoz buldum. Sağolsun, makul bir para istedi. İki üç gün direğe giriştik. Para yok ya, ne kadar ıvır zıvır iş varsa bir ucundan dalıyorum. Direkten önce çarmık ayaklarını temizledim. Bir tesisatçı getirip, Hilti ile lanet betonu kırıp, temizledim yerini. Şaft-kovan-iç glen üçlüsünü sonunda, deli gibi porçözle, birbirinden ayırdım. Ahanda, kovan da yamuk çıktı, iyi mi! Ulan şaft düzgün, kovan yamuk, şaka gibi yahu.
Kasım sonuna yaklaşırken iyi kötü bir şeyler yapıyordum ama asıl iş, macun-zımpara-astar-boya serisi olduğu gibi bekliyordu. Bir türlü elim varmıyordu. İşin doğrusu elimin pek yatkın olmadığı işlerdi. Bu grubu görmezden gelip, angaryalarla cebelleşmeye devam ettim bir süre daha.
Boş zamanlarında evlenen bir eleman daha var, ara ara iş veririm, yapar. Zımpara, basit boya, iddiasız vernik işleri gibi işleri, ucuza da yapar. Tek sorun, başka bir iş yakaladığında haber bile vermeden sittir olur gider. En son geçen yaz Dalaman’a ev bakmaya diye gitti, gidiş o gidiş. Neyse, dönmüş, iş var mı dedi, gir dedim sintineye. Detaylı temizlik, zımpara, sülyen ve kivik astardan sonra sintine cillop gibi oldu. Fakat makine dairesinde ne halt etmişse, kurumuyor bir türlü astar. Bir gün, üç gün… bu arada bizim eleman yine paralı bir iş bulmuş olsa gerek, kayboldu ortadan. Ardında bıraktığı makine dairesinin sintinesi on gün sonra anca kurudu…
Bu arada direk taş gibi oldu. Zımpara ve iki kat epoksi reçineyi de yedi ve astar-boya ikilisine kadar beklemeye aldım. Ama bu arada çok canımı sıkan bir şey fark ettik tamiri sırasında. Çürüyen tüm noktalarda montaj sırasında bırakılan vidalar vardı. Vidalar çürümüş, ahşabı da çürütmüş. İmalatı sırasında işi bitince almadıkları o lanet vidalar, dönüp dolaşıp yine bana kapak oldu. O kadar da özenmiştim şu direği yaparken…
Aralık ayının ortalarına geldiğimizde beklenen telefon geldi. Marinadan arayıp 32.098 TL tutarındaki borcumu hatırlattılar. Yılbaşından önce bir kısmını ödeyeceğimi belirttim. En azından yarısını ödemeye çalışacağım dedim. Peki dediler. Çok da kasmadılar.
Oysa bana öyle gelmiş. Çarşamba günü konuşmuştuk, Cuma günü Nükhet aradı. Eve bir tebligat gelmiş Marintürk’ten. Nasıl olur yahu dedim. Noterden 3 gün içinde 32.098 TL borcumu ödememi, aksi durumda icra takibine geçileceğini belirten bir tebligat. Kesinlikle sınanıyorum…