Önceki gün akşamüstü ağır ağır bağlandık her zamanki yerimize. Altı kişilik bir grubum var teknede misafir, ikisi yerli, dördü yabancı. Yengeçte kalıyorlar. Koltuklar bağlandı, tonozlar alındı, bot emniyetli bir şekilde, yan teknelere çapariz vermemek üzere pruvaya da bağlanarak sabitlendi, karadan elektrik alındı… yaa, 3 yıl mücadeleden sonra artık elektrik su alabiliyor Yengeç.
Genelde seyirden dönünce eve çıkar, bir havuza atarım kendimi, sonrada duş falan işte. O gün, yani önceki gün denize çıkmadan önce aldığım sigara ve erzağı motorun üzerinde unutarak çıkmıştım, önce Hasan kaptana uğrayayım dedim emanetleri almak üzere. Bütün gün aç ve sigarasız kaldım sonuçta. Aldım emanetleri, gazoz-eti burçak-sigaradan oluşan kişisel ikmalimi, koydum motorun üzerine ve başladık Hasan kaptanın teknesinin kıçında geyiğe.
Bir kaç dakika sonra biraz ilerimizde bir hareketlilik başladı, ne olduğunu anlamaya çalışırken yangın, tekne yanıyor seslerini ayırt edebildik ve fırladık. İlerledikçe dumanın Yengeç’in bulunduğu yerden çıktığını gördüm ahanda dedim, benim misafirler yaktı tekneyi. Saniyeler içinde güruh halinde dumanın kaynağına ulaştık ki Hermes teknesiymiş. Yani iskele tarafımdaki komşum. Benim misafirleri de havuzlukta keyfeder görünce rahatladım. Çünkü yoğun bir duman var ama alev falan yok. Hermes’in üzerinde de bir dolu adam var.
İşte o bir dolu adamdan en adam olmayanı yardım için toplanmış 15-20 kişilik grubumuza sıkı bir posta koydu. ‘Ne toplandınız lan, ne oluyor. Eksoz dumanı işte!’ Deyince bizde herife sittiri çekip tekrar Anemon teknesinin kıçına doğru yöneldik. Yürürken bir yandan da tüp dolumu tapan arkadaşları uyardık duman konusunda.
Motorun yanında hadi ben eve kaçar derken yine bir bağarış çağırış oldu ki bu kez millet yanıyor falan diyor…
Saniyeler içinde motorla Yengeç’in kıçına geldim ki manzara kısaca felaket. Hermes’in havuzluğu alevler içerisinde. Direkt Yengeç’e daldım. Daha binerken koltuk halatları söküp attım. Bu arada arkada toplanmış güruhta her kafadan ayrı bir ses çıkıyor. Biriniz atlayın yardıma gelin, biriniz elektriği sökün dedim. Marşa bastım hemen. Çağrı yanıtsız kalınca Hasan Kaptanın yanında çalışan çocuklardan biri gözüme çarptı, atla dedim, koş iki tonozu da at suya. Daha tonozları çözerken ağırca bir yol verdim, rölantide. Yan gözle Hermes’e bakarken yaklaşık 100 farklı şey dolanıyor zihnimde. Tonozun batmasına zaman tanınak daha mantıklı geliyor, dolarsam yanarım. Bu arada güverte üstündeki gölgelik rüzgarla dalgalandıkça alevleri yalıyor, en hassas noktamın o olduğunu farkediyorum. Baş pervaneye de yüklenerek kendimi biraz olsun uzaklaştırmaya çalılırken sancağımdaki komşum Fırtına teknesi kelimenin tam anlamıyla, can havliyle ve tamamen kontrolsüz bir şekilde tam yol çıkıyor. Çıkarken pasarellasıyla da güverteme çarpıyor ama rabi ki kimin umurunda. O sırada sadece küfür yiyor benden. Hermes 30 metre kadar. İlerle ilerle bitmiyor. Tonozun artık batmış olacağını düşünerek biraz daha yol veriyorum. Hermesin pruvasına yaklaşırken alev almış direklerine takıldu gözüm. Ruh halim hakkında net bir fikrim yok. Anlık verilere anlık tepkiler vererek devam ediyorum. Kaçış noktasına yaklaştım, birazdan sancak alabanda ve A Dios! Hermes…
Tam o sırada önce alevler içindeki mizanası neyse ki iskelesine devriliyor. Bu arada limandaki diğer tekneler de çözmüş palamarı kaçmaya çalışıyor. Sancak alabanda veriyor gazı döndürüyorun Yengeç’i. Pasarellamı kontrol ederken roket gibi bir ses çıkartarak, roket gibi fırlayan bir yangın tüpü Hermes’in iskelesine doğru havalanıp, sonra suya çakılıyor. Neredeyse bitti…
Oysa bitmemiş. Yengeç olduğu yerde dönmeye kalkınca ahanda diyorum, tam da beklediğim şey oluyor. Sancak tonozun varlığını neredeyse unutup yoksaydığım bota takılmış. Hemen dümenin yanındaki -gerçekten- keskin bıçağı Taha’ya verip kes dedim. Hızlıca kesti ve evet, bu sefer bir derin nefes alabildim. Ardıma baktığımda limanın en sevdiğim, izlemeye doyamadığım teknesi Hermes tamamen alevler içerisinde, direkleri devrilmiş, kaosun ortasında artık dönüşü olmayan sonuna doğru yaklaşıyordu…
Hermes alevler içinde son mücadelesini verirken biz de Taha ile birlikte tonozdan da kurtulup ağır ağır limanın çıkışına doğru yöneldik. Önümüzde bir dalış teknesi var, onu izliyoruz. Bu sırada limanın büyük teknelerinden biri -sac teknedir kendisi- kendi imkanları ile müdahale etmek üzere pozisyon aldı. Tabi bu durum limandan çıkmaya çalışan diğer tekneleri fena halde zora soktu. Kanal 16 efsane günlerinden birini yaşıyor bu arada; adap madap kalmadı, yardıran yardırana.
Limanın ağzına doğru yaklaşırken sancak kıç bodoslamamdan iki tekne hızlıca kaçmak üzere çıkış yaparken, önümdeki dalış teknesi nedendir bilinmez, durdu. Bildiğiniz durdu ama, abartmıyorum. İki tekne üzerime gelirken daracık liman çıkışında görkemli bastonumuzu az bir miktar da olsa arkadaşın pasarellasından doğru soktuk. Neyse ki o kadarla kaldı, yol verdi ve hep birlikte kendimizi limanın dışına attık.
Bir kaç dakika sonra küheylanı boşa aldım, bir sigarayı hakettiğimi düşündüm ve okkalı bir küfür salladım. Aslında Yengeç’i kurtaran o lanet olası, bir türlü yanıma alamadığım Camel paketi yine motorun üzerinde kalmıştı. Tabi sonra bir küfür daha, motor tam da yanan teknenin arkasına bırakmıştım. Kıç kurtuldu ya, sırayla aklıma geliyor teker teker hepsi. Öncelikle yine sigarasızım, motor yangın mahallinde, eee, bir de botum vardı çıkarken…
Hemen bir arkadaşı arayıp motorumu sağlama aldırdım. Ardından korkarak pruvaya geldim ki emektar bot hala yerli yerinde. Yavaş yavaş kendime geliyorum ama bir yandan da kabullenemiyorum olan biteni. Bu derece göz göre göre olması, aslında rahatlıkla engellenebilir olması… Neyse, hala olayın şokundayım sonuçta. Telsizi dinlemeye devam ederken liman çıkışındaki manzarayı izliyorum bir yandan. Çözen kaçıyor.
Telsizden dinlediğimiz şey aslında iyi niyetle ama çaresizce yapılan bir mücadelenin yansıması. 3 yıl önce Kaş’a ilk geldiğim günlerde ilk sorduğum sorulardan biri acil durum planıydı. 3 yıl önce yoktu, bugün de yok ve umarım bir sonraki sene olacak. Daha üç gün önce bağlama parası olarak 6.799 TL ödedim ve en önemli iki riske karşı savunmamız üç kulhüvallah, bir elham düzeyinde. Yangın ve hırsızlık.
Limanda yangın pedestalleri (nozle) var, ama gel gör hiç kimse kullanmadığına göre sadece görüntüde var. Daha da önemlisi, olası bir yangında bunları kimin kullanacağı belli değil ki.
İtfaiye söylenene göre bayağı geç gelmiş. Şöyle düşünün, ben Yarımada uzak diye orada oturmuyorum. Söz konusu mesafe 5,5 kilometre. İtfaiye ile limanın arası 2,5-3 kilometre. Bir itfaiye ekibi 3 km mesafeyi yarım saatte alamıyorsa takkeyi önüne koyup düşünmesi gereken bir kent var karşımızda.
Liman apayrı bir trajedi. Kaş Limanı ya da yakın zamanda uydurulan ama mevzuatta dahi karşılığı olmayan adıyla Kaş Belediyesi Yat Limanı aynı zamanda belediye otoparkı olarak hizmet veriyor. Tekne cayır cayır yanarken arkasında bir sıra da otomobil vardı. Yine aynı limanda otopark olarak kullanılan alan gün içerisinde yamaç paraşütü iniş pisti. Daha önceki yıl direğime takılan paraşütçüyü hemen hemen herkes bilir. Ve tabi aynı liman bıçkınların motorsikletleriyle şov yaptıkları, geceleri hemen her köşesinde gençlerin biralarını içtiği, gün içerisinde halkın yürüyüşe geldiği, kıyısında balık tuttuğu, mendireğinde günü batırdığı alan.
Anlayacağınız liman sahasında, bir liman alanında olması gerekenler dışında her türlü aktivite var. Sabit sekseni aşkın teknenin bulunduğu limandan sezon boyunca hemen her gün mavitur yapan guletler, çevrede seyreden yelkenliler de faydalanıyor. Tabi yer bulabilirlerse.
Bu derece canlı, hareketli bir liman sahasında halen hizmet veren belediyenin işletme belgesi yok. Pedestaller dökülüyor. Korunaklı alan yok. Dileyen, dilediği tekneye girebilir ama neyse ki Kaş bu konuda çok iyi; hırsızlık neredeyse hiç yok. Çalışanların yeterliliği apayrı bir tartışma konusu. Çünkü sadece iki kişi çalışıyor. Bu iki kişiden ihtiyaç duyulan tüm hizmeti beklemek de pek gerçekçi değil. Limanın telsizi ve botu yok. Olsa da kullanacak ehliyeti sahip çalışanı yok. Yangın için belirli aralıklarla yerleştirilmiş nozle’lar varsa da çalışıp çalışmadığında dair hiç bir fikrim yok. Kaldı ki çalışıyor olsa herhalde Hermes alevler arasında kalmışken itfaiyeyi beklemek yerine onlar kullanılabilirdi. Uzun lafın kısası liman ya da tam adıyla Kaş Belediyesi Yat Limanı güvenlik söz konusu olduğunda hemen her açıdan fiyasko. Bu açıdan bakıldığında Hermes’te başlayan yangından kim sorumlu bilemem ama sonrasındaki süreçte belediye ciddi olarak sorunlu.
İtfaiyenin müdahalesini açıkta olduğum için izleyemedim ama anlatıldığı kadarıyla o da evlere şenlik. Köpük sınırlıymış, su bitmiş, tankerle su gelmesi beklenmiş vs. Kendi adıma şahit olduğum kısmı dün sabah, yani Hermes battıktan ve tamam artık, bitti dendikten sonraki kısmı bile fikir vermeye yetecektir. Saat 11:00 civarı hava Batıdan bindirmeye başladı ve hafif hafif tüten tekne beni kıllandırdı. Hemen 112’yi aradım, Kaş İtfaiyesine aktardılar. Durumu anlattım, adam benim haberim yok, vardiya değişti dedi. Bir jurnalleri olmasa dahi Kaş kadar bir yerde haberinin olmamasına inanamadım. Neyse, durumu anlattım, rüzgarın artmaya devam edeceğin, en azından tedbir amaçlı bir ekibin burada bulunması gerektiğini söyledim, tamam dediler, geliyoruz. Saat 13:30 gibi Sahil Güvenlik Komutanı arayarak tekrar itfaiye ekibinin geldiğini ve teknenin yeniden alev alabileceğini söyledi. Çağıranın ben olduğumu söyleyerek tekrar limana döndüm. Gerçekten de tahminin doğru çıkmıştı. Hermes’in yüzeyde kalan kıç kısmı içten içe yanmaya devam ediyor, bazı noktalarda ufak tefek alev hareleri teknenin dışına kadar çıkıyordu. Bu noktadan sonraki müdahale yine ders gibiydi. Tekne bulunamadı, bot da bulunamadı ve itfaiye eri mayosuyla suya atlayıp önce sudan, sonra da teknenin üzerine çıkarak son kalan alevleri de bertaraf etti. İtfaiyemizin durumu budur.
Gelelim teknelerin durumuna. Öncelikle bir arkadaşımız var ki, adını anmadan geçmem mümkün değil, Oray Kaş’ın önemli bir kısmını kurtardı. Dalış tekneleri malumunuz dalış tüpleri ve daha da önemlisi Oksijen tüpleri taşıyor. Hermes’in hemen iki yanındaki teknede iki adet Oksijen ve bir adet Helyum tüpü hemen üst güvertedeydi ve Oray başkasına ait olmasına karşın hemen atlayarak tekneyi açığa aldı. Zaten izleyen bir kaç dakika içinde Hermes’in alevler içerisindeki direği tam da o boşluğa devrildi. Oray bu kadar seri davranmasa sonuçları ne olurdu öngörmek gerçekten zor.
Teknelerin genel sorunu, denizcilikle ilişkimizin ya da günlük yaşantımızın da temel sorunu; bilgisizlik, cahillik, bencillik… yani denizcilikle uzaktan yakından alakası olmaması gereken temel kavramlar. Şöyle düşünün, alevlere en yakın tekneyim, çıkmaya çalışırken bir yandan da sancağımdaki tekneyi kollamam gerekiyor. Bir öncelik, aklı selim, hiç bir şey yok. Allah ne verdiyse yardırarak kaçmak dışında en ufak bir bilinçli, rasyonel hareket yok.
Bir kaç dakika sonra limanın ağzında öyle bir filo oluştu ki zaman zaman film setinde gibi hissettim kendimi. Sanırsınız Kaş’ı ablukaya aldık, düşmesini bekliyoruz. Sahil Güvenlik sayısız anons yaptı, nafile. Herkesin derdi sönünce bir an evvel yerine dönmek. Sadece küçük bir kısım çevredeki tonozlara yönelerek bekledi. Önemli bir kısmı bütün geceyi liman girişinde eğlenerek geçirdi.
Telsiz adabı apayrı tartışılması gereken bir konu. 16 dışında bir haberleşme kanalı belirlenene kadar saatler geçti. 16 üzerinde çakışmalar, zaman zaman küfürleşmeler…
Hepsinin temelinde aynı sorun tabi ki, acil durum planı olmaması, acil durum tatbikatlarının yapılmaması.
Bir diğer önemli eksiklik bu noktada başlıyor. Bildiğim kadarıyla Liman Başkanlıklarının sorumlulukları arasında bu acil durum yönetimi ve tatbikatları. Kaş’ın lokal dinamikleri özellikle bu tip pozisyondaki insanların görevlerini yapmalarında önemli bir engel teşkil ediyor. En basiti, görevini tam olarak yapan bir Liman Başkanı olsa 30 metrelik Hermes teknesi, 11 metrelik Güzellik ve 15 metrelik Yengeç teknelerinin arasında bağlı olabilir miydi?
Gelelim belki de en önemli kısmına; ben ve teknem, biz ne durumdayız?
Her şeyden önce, en çok huzursuz olduğum zamanlar bir sebeple teknenin çalışır durumda olmadığı zamanlar olmuştur. Motor arızası vb sebeplerle bir kaç kez geldiyse de başıma hep elimden gelen en kısa zamanda halletmeye çalışmamın temelinde önceki günkü gibi bir olayla karşılaşma endişesi vardı. Tekne dediğin her daim marşına basar basmaz çalışıp yol alacak durumda olmalı. Aksi durumda telafisi yok, milyonda bir ihtimal bile ihtimaldir sonuçta.
Yengeç’te beni en çok endişelendiren gölgelikler ve onların uçlarında yer alan uzun halatlar oldu. Nereden aklıma gelir ki arkadaş, yanımdaki tekne cayır cayır yanarken çıkmak zorunda kalacağım. Ama öyle ya da böyle, bir ucundan alev alsa o koşullar altında pek bir şansım yoktu. Hermes’in rüzgarüstündeydim ama yine de tentelerim eridi, gölgeliklerimde yüksek ısıdan yanıklar oluştu. Yani olası bir alev atlamasında bir yandan çıkmaya çalışırken, bir yandan da mücadele etme şansım pek yoktu.
Marşa basıp da yol verdiğimde kısa bir an için aşağıdan bir yangın tüpü almak aklıma geldiyse de öyle bir zamanla yarış söz konusuydu ki o bir kaç saniyeyi göze alamadım. Bir an bile Hermes’i gözden kaçırmaktan ve manevrayı aksatmaktan çekindim.
Tekne her an çıkmaya hazır olmalı der dururuz. Ama gel gör, her marina ya da barınağın öznel kısıtları olabiliyor. Kaş limanında kelimenin tam anlamıyla balık istifiyiz. Bu çok önemli bir sorun. Özellikle botlarımız her daim başımıza bela oluyor. Ben seyirden döndüğümde botu sancak pruvama, yan tekneye çapariz vermeyecek şekilde başından ve kıçından bağlıyorum. Normal koşullar altında makul bir uygulama gibi görünse de bu olayda az kalsın başıma ciddi bir sorun çıkartacaktı. Bir an evvel kurtulmak derdindeyken botu düşünmedim bile. Sancak tonozu botun halatının arasından geçmiş. Limanda tonozlarımız bir el incesiyle beton iskeleye bağlı. Bu sayede gelir gelmez kolaylıkla alabiliyoruz. Ama bu sefer el incesi, tonoz ikilisi neredeyse canımıza okuyordu işte. İşin kötüsü, kimseye kızamıyorum, çünkü bizzat ben bağladım, benim gözümden kaçmış.
Tam tekneye bindiğimde kıyıdaki koro halatları kes diye bağırıyordu. Arkadaş, akıl-mantık unutuluyor bazen, herhalde nutku tutuluyor insanların. Ben atladığım gibi ilk iş iki halatı da çözüp suya bıraktım. Neden gidip bıçak alıp gelmekle zaman kaybedeyim. Halatım adam gibi bağlı, dahası bilmem kaç kere değil, sadece karşılıklı iki kez voltalanmış durumda. Yani iki babadan halatları atmak sadece bir kaç saniyelik iş.
Ağır ağır çıkarken dönüp dolaşıp aklıma aynı soru geliyordu; alevler Yengeç’e de sıçrarsa ne yapacağım? Mücadele mi edeceğim, atıp kendimi, kaderine mi terkedeceğim? Tabi ki yanıtını bilemeyeceğim ama ister istemez bu soru sıkça zihnimde belirdi.
Yengeç’e her kim gelse benim havuzluğumu dağınık bulur. Ortalıkta bir sürü gereksiz şey olduğunu düşünür. Dümenin hemen sağ üst tarafında iki tane ince uzun kutum vardır. İşte o kutular hep böyle zamanlar içindir aslında. İçinde gerçekten keskin bıçağın, iki tane fenerim, toplu iğne, çengelli iğne, çakı, çeşitli kalınlık ve uzunluklarda tel çubuklar… saymakla bitmeyecek kadar çok ıvır zıvır vardır ve elimi attığım anda ihtiyacım olan şeyi bulurum. Bu iki kutu Yengeçle geçen dört senenin sonunda yavaş yavaş şekillendi ve yeri her daim orası.
Yengeç’te altı adet 6 lt ve iki adet 1 lt kimyasal olmak üzere sekiz adet yangın söndürücü var. Önceki güne kadar vardı, çünkü öyle gerekiyordu. Ama şimdi öncelikli planlarım arasına onların en efektif dağılım ve kullanımını da ekledim. Mesela şu an bez kayışlar tutuyor ve çıkartmak zor oluyor. Oysa artık saniyelerin değerini çok daha iyi anlıyorum. Makine dairesindeki tüpü büyüteceğim ve ikileyeceğim. Çünkü mevcut yerine sadece içerideki kapıdan ulaşılabiliyor. Tabi daha önemlisi, güverte üzerinde hiç tüpüm olmadığını gördüm. Oysa ocak için lpg tüpüm havuzluktaki oturma grubunun altında. Aynı oturma grubunun en kolay ulaşılır köşesine de bir tane koyacağım. Ve hatta bir dost sağolsun, bu olaydan sonra elinde makineden tahrikli bir pompa olduğunu ve kullanabilirsem vereceğini söyledi. Yarın ilk iş makine dairesine inip uygunluğuna bakacağım. Olursa onu da makineden tahrikle denizsuyu basmak üzere sisteme ekleyeceğim.
Uzun yıllardır abuk subuk yerlerde dalış organizasyonları yaparım ve ciddi bir organizasyon tecrübesi edindim. Temelde yaptığım şey öngörülerden yola çıkarak simülasyonlar geliştirmek ve en optimal müdahale planını oluşturmak. Çok ufak tefek şeyler dışında hiç sorun yaşamadım. Yaşasam plan ne derece işe yarardı, hiç bir zaman emin olamadım. Ama bildiğim bir şey varsa bilinçsiz ve plansız uygulamaların sonunun hüsran olacağı.
Yengeç için yeni baştan bir yangın önlem paketi kurgulayacağım. Belki işe yarayıp bir kez daha kurtaracak günün birinde Yengeç’i, belki de hiç bir işe yaramayacak. Geçmiş yıllarda öğrendiğim en önemli şeylerden biri her olayın kendi iç dinamiklerinin oluşu ve hiç bir zaman tek bir doğru reçetenin olmayışı. Ama en azında çaresizce bir köşede oturmayacağımdan ya da kendimi kurtarabilmek adına çevremdekileri riske atmayacağımdan emin olacağım.
Hepsi bir tarafa şans yanınızda olmalı. Döt kısmetten çıkarınca derler ya hani, gerçekten doğru derler. Alın işte, koca karınlı kızımı kurtaran motorumun üzerinde unuttuğum bir paket Camel. Bir de derler ki sigara sağlığa zararlı!
Son olarak, gel dememle gelip, belki de kıçımı kurtarmama sebep olan Taha, Oksijen ve Helyum tüpleri ile Kaş Limanını dönüşü olmamak üzere etkileyebilecek Yunus teknesine gözü kapalı dalan Oray başta olmak üzere teşekkürü hatta kuru bir teşekkürü değil, içten bir minneti hak eden çok insan vardı. İtfaiye ekipleriyle ter dökenler, kaptanı olmayan tekneleri çözüp çıkartanlar, teknesiyle tüm gece söndürmek için uğraşanlar, görmesem de duyduğum kadarıyla canını dişine takan belediye çalışanları ve elindeki imkanlarla görevini yerine getiren Sahil Güvenlik ekibi teşekkürü ve minneti fazlasıyla hak ediyor.
Hermes’in hikayesine gelince…
Limana iki yıl önce geldi. O günden beri favorimdi. Sahibiyle frekanslarımız pek tutmazsa da merhabamız her daim vardı. Güzel bir tekneydi ama pek iyi bir komşu olduğunu söyleyemem. Genelde dertliydim. Bu olaydan sonra, hatta daha yangın çıkmadan önce, ilk dumanı görerek geldiğimizde bile sigorta için tekneyi yakacak diyen oldu. Ben kendi adıma bu derece ağır ithamlardan hoşlanmam. Ne yazık ki tekne battığında ya da yandığında ilk akla gelen hep sigortadan nemalanmak oluyor. Ne olursa olsun, bir insan evladının limanın ortasında sigortadan para koparmak için teknesini yakacağına inanmıyorum. İhmal olabilir, lakayıtlık olabilir ama bu denli gözü dönmüş bir komşum olduğuna ihtimal vermiyorum. Ama bu olayda o bize posta koyan arkadaşın sorumsuzluğunu da görmezden gelmek mümkün değil. Belki de hiç yaşanmayacaktı bu kadar şey.
Dahası, turist yok diye ağlarken 6 turist bulmuşum Yengeç’e, onları da yakıyorduk, iyi mi…