Mucize beklerken…
Tam elliüç gün olmuştu. Elliüç gündür varolma savaşı veriyordu Konstantinopolis. Gece gündüz susmak bilmeyen toplar, surların dört bir tarafından kazılan lağımlar, görülmedik savaş kuleleri… Diğer tarafta gelmek bilmeyen yardımlar, boşa çıkan umutlar. Ve belki de son umuttu Hagia Theodosia. Ne de olsa bugüne kadar nice insana yardım etmiş, nice hastaların derdine deva bulmuştu. Şüphesiz görmezden gelmeyecekti Bizans’ın çaresizliğini.
Gece başladı hazırlıklar. Tüm kilise köşe bucak temizlendi. Herşey büyük bir itina ile gözden geçirildi. Sabah Hagia Theodosia ile yepyeni bir güne başlayacaktı şehir halkı. Bugüne kadar saygıda kusur etmemişlerdi Theodosia’ya ve şimdi ancak “o” kurtarabilirdi Konstantinopolis’i.
Gece bir insan selidir akmaya başlamıştı bile kiliseye. Hatta derler ki imparator Konstantin dahi gelmiş o akşam, yanında patrik ve senatörlerden oluşan bir heyetle. Her gelen elinde gül demetleri, çelenkler ile saygısını, sevgisini sunuyordu Theodosia’ya. Daha sabah olmadan dört bir taraf güllerle, çelenklerle bezenmişti.
Tarihinin en görkemli Theodosia Yortusu için herşey hazırdı artık. Herkes bir mucize bekliyordu. Sabah hep birlik olup Theodosia’ya yakaracaklar, bitmek tükenmek bilmeyen bu kuşatmadan kurtulmaları için yardımını dileyeceklerdi. Ne Cenevizliler, ne Venedikliler, ne de Vatikan’dan gelmeyen yardım Theodosia’dan gelecekti belki de.
Yeni günle birlikte kiliseye girdiklerinde umutları tükenmiş bir topluluk ve baştan aşağı güllerle süslenmiş bir çehre karşıladı yeniçerileri. Henüz yakaramamışlardı bile Theodosia’ya… Ve tarih boyunca kuşatılmaya alışmış şehir en sonunda, yirmidokuzuncu kuşatmada, kuşatmanın ellidördüncü gününde, 29 Mayıs sabahı, Hagia Theodosia yortusunda yenik düşmüştü yazgıya.
Son Theodosia yortusu ile bir dönem noktalanmıştı artık. Ancak yaklaşık kırk yıl sonra yaşlı yapı şehrin yeni sahiplerine hizmet etmek üzere yeniden ayağa kaldırılacak ve belki de fetih sabahının anısına “Gül Camii” olacaktı yeni adı.
Gül Camii
Cibali kapısından sağa dönerek yüz-yüzelli metre ilerledikten sonra sol taraftaki Hamam sokağına ve daha sonra da sağdaki Mektep sokağına girerseniz sizleri asırlara meydan okuyan, dört yanı dar sokaklarla çevrili bir adanın ortasında yükselen görkemli bir yapı karşılayacaktır; Gül Camii. İlk bakışta giriş kapısının hemen karşısındaki şadırvanıyla, şadırvanının dibindeki dev çınarıyla alışıldık bir cami görüntüsü çizmesine karşın aslında eski bir Bizans kilisesi yükselmektedir karşınızda.
Mimari açıdan bakıldığında, tuğla tonozlu ve üzerindeki yapının ölçülerine paralel bir mahzen üzerine inşa edilmiş Gül Camii. Asıl bina “kapalı haç planlı” olup, sadece bir duvarı kalmış olan narteks bölümünü takip eden esas mekan dört kolu beşik tonozlarla örtülü bir haç şeklinde. Bu kollardan üçünün içlerine ikişer paye üzerine oturan galeriler yapılmış. Dört masif paye bu haç şeklini meydana getirirken dört ana kemeri de taşıyor. Kemerlerin sivri oluşları bunların Osmanlı döneminde yenilendiğini göstermekte. Yapının doğu cephesinde ortadaki daha geniş olmak üzere üç apsis yer almakta. Bunlardan özellikle iki yanda olanların bol sayıda nişler ve tuğla bezemeler içermesi yapının 13 yy. sonlarında ya da 14. yy. başlarında tekrar inşa edildiğini gösteriyor.
Yine Osmanlı döneminde iki yan cephe yeniden ve çok pencereli olarak yapılmış, cephelerin mahya hattı dönemin bazı Osmanlı eserlerinde görüldüğü gibi kademeli olarak taçlandırılmış. Dönemin Bizans kiliselerinin kubbelerinin dik ve yüksek yapısına karşın, caminin kubbesi son derece basık, sekizgen kasnaklıdır. Tüm bunlar, gerek yan cepheleri, gerek taşıyıcı büyük kemerleri itibarıyla Osmanlı mimarisinin klasik döneminde yenilenmiş olduğunu gösteriyor. Ayrıca minaresinin barok tarzda inşa edilmiş şerefe çıkması, 1766 depreminden sonra yapılan minarelerle yakın benzerlik göstermektedir.
Gül Camii’nin bir diğer ilgi çekici bölümü ise mahzeni. Mahzen bir iddiaya göre Hagia Theodosia ve Bizans imparator hanedanının bazı ileri gelenlerinin mezarları olarak kullanılmış. Bir diğer iddiaya göre Hz. İsa’nın havarilerinden ikisi burada gömülü imiş. Mahzenin diğer özelliği, şu an kapatılmış olan bir kaç dehliz ile yakındaki Hagia Nikola Kilisesi ve farklı bir kaç noktaya daha yeraltından bağlanmış olması.
Gelelim Gül Camii’nin başlangıcı bilinmeyen tarihine…
Yapının inşa tarihi üzerine çeşitli görüşler söz konusu. J. Pargoire’nin iddiasına göre yapı Deksikratus’taki Hagia Theodosia Kilisesi’dir. Yanında bir de kadınlar manastırı bulunan bu yapı I. Basileos döneminde (867-886) yapılmış ya da eski bir kilisenin yeniden inşası ile oluşturulmuş. Aynı dönemde önemli bir dini merkez olmasının yanısıra imparator ailesinin de mezarlık kilisesi olmuştur.
Kilise aslında Hagia Euphemia adına yapılmış. Ancak daha sonra, ikonoklazma akımı sırasında (726-842) öldürülen, akım geride kalınca azize ilan edilen Theodosia’nın kutsal sayılan kalıntıları bu kiliseye taşınmış, 13. yy. sonlarında da Hagia Theodosia’ya dönüştürülmüş. 13. yüzyılın başındaki Latin işgalinde tahrip edilen kilise, aynı yüzyılın sonlarında onarılırken Hagia Euphemia’ya ait herhangi bir kalıntının bulunmaması Theodosia’yı ön plana çıkarmış.
Kulaktan kulağa yayılan; Hagia Theodosia’nın kutsal kalıntılarının ve bu kutsal mekanın hastalara şifa dağıttığı, dilsizlerin dilini çözdüğü ve hatta bir Bizans İmparatoru’nun çaresiz denen hastalığına deva olduğu gibi söylentiler ondördüncü yüzyılın başından itibaren kilisenin ününü sürekli arttırmış.
1453 yılına gelindiğinde yeni bir dönem başlamaktadır Hagia Theodosia kilisesi için. Kilise binası, fetihten sonra bir süre tersanenin alet ve levazım ambarı olarak kullanılmış. Ta ki yapının bir yanına bir minare inşa edilip de cami olarak yeniden ibadete açılmasına kadar.
Vakıf kayıtlarına göre, 26 Nisan 1499’da camiye dönüştürme çalışmaları başlatılmış ve altı yılda bitirilmiş. Bu da yapının II. Beyazıt döneminde camileştirildiğini göstermektedir.
Camiye dönüştürüldüğü öne sürülen diğer bir dönem II. Selim dönemidir. Ancak 1559’da Galata sırtlarından doğru karşı kıyıları resmeden Danimarkalı ressam Melchior Lorichs, Gül Camii’nin bulunması gereken yerde ahşap çatılı ve minareli bir cami çizmiştir. Buradan yola çıkarak 1509’daki deprem felaketinde binanın kubbesinin veya kaidesinin çökmüş olabileceği ve dolayısıyla ileri sürüldüğü gibi II. Selim döneminde camileştirilmediği ancak önemli ölçüde tekrar inşa edildiği düşünülebilir.
Müller Wiener’e göre IV. Murad zamanında da bir tadilat gören yapı son olarak II. Mahmud döneminde de ciddi bir tamirat görmüş. Bu son tamirat sırasında camiye bir de “hünkar mahfili” ilave edilmiş.
Son olarak Gül Camii adına gelince; bir söylentiye göre burada Gül Baba adında bir evliya gömülüymüş ve camiye de adını vermiş. Ancak böyle bir söylentiyi destekler hiçbir somut iz bulunmamakta. Diğer iddia ise şöyle:
Fetihin ilk saatlerinde bu görkemli kiliseye varan Osmanlılar Hagia Theodosia yortusu için güller ve çiçeklerle bezenmiş fevkalade bir manzara ile karşılamışlar. O sabahın görkeminden olsa gerek yıllar sonra camiye o günün anısına Gül Camii adını vermişler.
Gül Camii, tarihi ile karşılaştırıldığında çok kısa bir yer tutan bir elli yıl dışında bin yılı aşkın bir süredir İstanbul halkına hizmet vermekte.
İkonoklazma Akımı (726-842) ve Theodosia
İzavri Hanedanının kurucusu III. Leon (717-741), 726 yılında devletin ve dinin başkanı sıfatıyla bir beyanname yayınlayarak resim ve heykellere tapılmasını yasakladı.Çünkü bunu bir çeşit putperestlik olarak görüyordu.
İşte bu akım sırasında III. Leon Ayasofya’daki büyük sarayın üstünde bulunan ve Hazreti İsa’yı temsil eden resmin kaldırılmasını emretmişti. Emri yerine getirmeye çalışan askerlere başlarında Theodosia adında bir kadının bulunduğu bir grup engel olmak istemiş ve imparatorun askerlerinin ölümüne sebep olmuşlardı. Bunun üzerine Theodosia imparatorun askerlerince yakalanarak Forum Bovis’e kadar dayaklar ve hakaretlerle sürüklenir ve burada (Aksaray meydanında) boğazına bir koç boynuzu saplanarak öldürülür. Cesedi ise bazı kimselerce alınıp Deksikratus’taki kadınlar manastırına gömülür.
842 yılında resim ve heykeller üzerindeki yasak kalkıp ikonoklazma akını son bulduğunda, bu dönemin gazabına uğramış bir çok insan gibi Theodosia da azizler arasına alınır.
Kayıtlarda Gül Camii
İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri’nde yapı Kanuni döneminde mahallesi olan bir cami olarak yer alıyor. Ayrıca İstanbul Belediye Kütüphanesi M. Cevdet yazmaları No.93’teki 4 yıllık İcmal Defteri’ndeki kayıtlardan 26 Nisan 1490 da bu eserin Cami’ haline getirilmesine başlandığı ve altı ay sonra bitirldiği anlaşılmakta.
Yine aynı kayıtların D nushasında metin içinde ilgi çekici bir bölüm geçmekte:
“… Rivayet olunur ki Hazret-i İsa’nın oniki havarisinden beşi Arabistan mahallinde ve yedisi dahi, ikisi bu Cami’in mihrab tarafında olan ayakları derununda birisi sağ canibinde olan ayakda, beş altı kadime farisi ile ziyaret olunur. Sol canibinde olan Sultan Mahmud Han-ı Adli kapısını bend etdirüp ikisi dahi Mi’mar Cami’i kurbünde, Örümcekli Türbe demekle ma’ruf olan mahalde medfunlardır. Ve ikisi dahi Topkapısı harici Davud Paşa Caddesinin İlyas Şucauddin canibine giden tarikade bahçeler yolu üzerinde sebil canibinde vaki’ mahalde medfunlardır. Ve biri dahi Saray-ı Humayunda sahanebi Amire derunundadır. Ala rivayetin hala Serasker Kapısı olan mahalde bu zat-ı alilerinma’bedhaneleri olan mahal var imiş.”
Hakan Tiryaki
NTV Popüler Tarih, Mayıs 2001