İki yüzlü ada: Zanzibar

Bu nasıl bir başlık demeyin ya da son satıra geldiğinizde kararınızı kendiniz verin. Geçirdiğimiz on günün sonunda bu adayı anlatmak için bulabildiğim en doğru başlığın bu olduğuna karar verdim…

Biraz gerilerden gelirsek eğer, aşağı yukarı yirmi yıl kadar önce fotoğraflarını gördüğüm bu adayla aramda platonik bir ilişki vardı. Denizi, doğası, insanları, kapıları ve sualtı yaşamının büyüsü ile hep zihnimin bir kenarında bekledi. Ta ki geçtiğimiz günlerde” yetti canıma, artık zamanıdır” diyene kadar. Ve başladık internet denen mucize ile Zanzibar’ı didiklemeye.

Stone Town

Yüce Google ve sayısız site sayesinde daha gitmeden Zanzibar’ı, sahillerini, kentlerini, otellerini… her şeyini neredeyse ezberledik. Qatar Airways’ten biletlerimizi ayırttık, Sajjid Jaffar’dan aracımızı kiraladık. Bazı otellerden direkt olarak, bazılarından aracı kurumlar vasıtasıyla konaklama rezervasyonlarımızı ayarladık. Google Earth üzerinden Ada’nın tüm kumsallarını gezdik. Nüfusundan diline, para biriminden trafiğine Zanzibar’a dair ne varsa araştırıp dersimize eksiksiz çalıştık diyebilirim.

Zanzibar’a Ulaşmak

Zanzibar’lı kadınlar, bitmek bilmeyen mesaileri ve rengarenk kıyafetleri.

Öncelikle nasıl gidilirden başlayalım. Mevzu bahis adanın Afrika’nın doğusunda ve neredeyse ortalarında bir yerde olduğunu hatırlatarak özellikle con con turistler ya da uzun uçuşlarla arası hoş olmayanlar için biraz hatta bayağı bir sapa kalacağını hatırlatmakta fayda var.

Qatar Airways bulabildiğimiz en hesaplı alternatif olarak gayet cezp ediciydi. Ta ki Doha havaalanında geçirilmesi söz konusu yaklaşık yedi saatlik bekleyişe kadar… Giderken bagaja verdiğimiz tavlamız dönüşte kurtarıcımız oldu diyebilirim. İstanbul’dan Doha’ya yaklaşık dörtbuçuk saatlik bir uçuş söz konusu. Havaalanında geçireceğiniz yedi saatin ardından Darüsselam’a bir altı saat kadar daha uçtuk. Bu uçuşun sürprizi ise sabahın yedisinde Nairobi’de uyanmamız oldu. Ne biletlerimizde, ne de uçuş öncesi herhangi bir bilgilendirme yapılmadığı için ilginç bir sürpriz oldu; bir de Nairobi görmüş olduk…

Darüsselam havaalanı son derece neşeli. Güleryüzlü ve bir o kadar yavaş alan görevlileri ve onların benzersiz İngilizceleri sayesinde vize işlemleri bambaşka bir deneyim haline geliyor. Tanzanya’ya girişte 50 USD vermeniz vize prosedürünün temelini oluşturuyor. Doldurmanız gereken formu düşünerek bir kalem bulundurmanızda fayda var. Ve işlemleri başlatmak için asık suratlı ama yine de sevimli memura pasaportunuzu, formu ve 50 USD’ı verdikten sonra başlıyorsunuz beklemeye. Biraz olsun pimpirikli bir insansanız bu süreç sizde farklı endişeleri tetikleyebilir ama biz ve diğer yolcular hiçbir sorun yaşamadık. Güleryüzlü memurların adamına göre değişen spontan sorularının ardından artık ülkeye resmen kabul edilmenin onuru ile Tanzanya’ya adım atıyoruz.

Tabi Darüsselam’dan sonra sırada varışımızdan çok önce rezervasyon yaptırdığımız Darüsselam – Zanzibar uçuşu var. Uçuş saatlerinden dolayı biz Coastal Aviation’ı seçtik bu neşeli uçuş için. Neşeli diyorum, çünkü pırpırla uçuyoruz. Pilotla beraber oniki kişilik uçağımızda dilerseniz pilotun yanında uçabiliyorsunuz. Havaalanı, bagaj alımı… her bir aşaması ayrı bir film bu uçuşun. Con con turistler ya da uçuşla sıkıntısı olanlar için bir kez daha uyarıda bulunmakta fayda var, keyifli ama pek de konforlu olmayan bir uçuş söz konusu ama manzarası ilaç gibi geliyor.

12 kişilik pırpırda pilotun yanında uçmanız mümkün.

Stone Town

Stone Town Zanzibar’ın sadece başkenti değil, kısaca her şeyi. Unutmamanız gereken ilk kural; tüm ihtiyaçlarınızı Stone Town’da gidermelisiniz. Stone Town’dan ayrıldığınız andan itibaren banka, döviz bürosu, market… ya da ihtiyaç duyacağınız ne varsa hepsini ardınızda bırakmış olacaksınız. Bizim için acı bir tecrübe oldu. Dongwe’den gerisin geri Stone Town’a para çekmeye gitmemiz neredeyse yarım güne ve inanılmaz bir yorgunluğa mal oldu.

Stone Town’da ilk günümüzü rölantide daha açıkçası uyuyarak geçirdik desek yeridir. İşin doğrusu aksi de pek mümkün değildi. Yorucu yolculuğun ardından görmeden rezervasyon yaptığımız tek mekan olan Manchi Lodge’un, daha doğrusu yolunu ve konumunu görünce ciddi bir hayal kırıklığı yaşadık. Yorgunluğun da etkisi ile görmezden gelip uyumayı tercih ettik. Uyandıktan sonra kendimizi attığımız Stone Town’ın neredeyse her köşesinin aynı olduğunu görmek hayal kırıklığımızı gidermediyse de en azından daha önce gezimizin 3 gün kalmayı planladığımız Stone Town ayağını revize etmemizi sağladı.

İlk günün akşamüstüne Forodhani Parkı çevresinde başladıktan sonra kiralık aracın nimetlerinden faydalanmak ve çevreyi tanımak için bastık marşa, bıraktık kendimizi soldan akan araç, motorsiklet, bisiklet ve yaya trafiğine. Ve tabi birkaç dakika içinde kaybolmayı başardık.

Böylelikle başladık gezinmeye kentin kalabalık sokaklarında. Bankaların saat 15:00 itibarı ile kapandığı kentte yaşam büyük ölçüde akşamüstü başlıyor. İlk gün tesadüfen keşfettiğimiz Kwality Market İstanbul’un bir sokak arası marketinden hallice olmasına karşın Ada’nın tek ve en büyük marketi. Bisküviler bayat, peynir sadece mozarella ya da şarküteri ürünleri yok. Ama baharat ve baharatlardan mamul bolca ürün mevcut. Sonraki günlerde ilk görüşte burun kıvırdığımız Kwality Market’i ne denli aradığımızı tahmin bile edemezsiniz…

Kentte bolca ATM var ama döviz bürosu olarak sadece Forodhani Parkı’nın köşesinde bir minik dükkan bulabildik. Cebinizde Amerikan Doları ile alışveriş yapmaya kalktığınızda bu döviz bürosunun değerini daha iyi kavrıyorsunuz. Döviz kuru, örneğin döviz bürosunda 1 USD için 1700 TZS olmasına karşın benzin istasyonundaki görevli önce 1 USD için 1000 TZS olarak şansını denedi ve nihayetinde de acemiliğimizden yararlanıp kentteki ilk saatlerimizde 1500 TZS üzerinden benzin vererek bize ilk kazığı atmayı başardı.

Stone Town’da ne yapılır derseniz, biz her fırsatta Livingstone’da aldık soluğu. Forodhani Parkı’nın yanı başındaki Livingstone son derece keyifli bir mekan. Kumsalda yer alan restoran-bar aynı zamanda eşine pek rastlanamayacak da bir şova tanık olmanızı sağlıyor: iskelesi olmayan feribotun yüklenme serüveni. Bunu nasıl anlatabilirim bilmiyorum ama en azından denemeliyim.

Stone Town sahili

Feribot dediğim sanırım 30 ya da 40 araç kapasiteli çıkartma botu kılıklı deniz araçları aslında. Ve curcunanın kaynağı kumsala baştan kara yanaşan feribota araçlar herhangi bir yol ya da iskele değil, kumu aşarak ve rampasına tırmanarak binmek durumundalar. Hafif meyille aşağıya doğru gazı veren kamyonetler, minibüsler, otomobiller kumu aşabilir ve rampayı da tırmanabilirlerse mutlu sona ulaşabiliyorlar. Muvaffak olamayıp kuma saplanmış araç neredeyse sürekli görülebilir.

Tekrar Livingstone’a dönersek, yemekleri ve özellikle porsiyonları gayet başarılı. Özellikle de Pina Colada’sı nefis. Fiyatlarının ortalamanın üzerinde olduğunu hatırlatmakta fayda var. Buna karşılık iki kişi ortalama 50.000 TZS (~29 USD) ödeyerek tıka basa doyabilirsiniz.

Stone Town aynı zamanda Ada’nın tüm aktiviteleri için de bir merkez durumunda. Dalış, baharat turu, şnorkel turları, yunuslarla yüzme turu… her türlü aktivite için acenteler mevcut. Acentelere ulaşamadan sizi bulması muhtemel sayısız “papasi” süreci hızlandırabileceği gibi can sıkıcı olabilme potansiyeli de taşıyor.

Prison Island’ın ihtiyarlar heyeti…

Papasiler ya da acenteler kanalıyla yapabileceğiniz aktivitelerin başında Prison Island’a gidip şnorkel yapmak ve dev kaplumbağaları ıspanakla beslerken fotoğraflarını çekmek gelebilir. Ada son derece keyifli ama asıl hazinesi suların altında saklı. Maksimum 5 metreye kadar derinliklerde birbirinden etkileyici mercanlar ve rengarenk sualtı canlıları sizi bekliyor olacak. Prison Island için yarım günlük turlar organize ediliyor. Kişi başı 20 – 35 USD arasında fiyatlarla katılmanız mümkün. Bu gezinin bizi en çok eğlendiren kısmı ne suyun altı, ne de adanın yapıları, karadaki ilişkiler yumağı oldu. Turizm Ofisi’ndeki görevli ile görüştük önce. Görevli bizi turu yapan teknenin sahibi sıfatı ile bir adamcağıza emanet ederken ona ödediğimizin dışında hiçbir ödeme yapmamamız konusunda bizi sıkıca uyardı. Kaptanın peşine takılıp kumsala yollandığımızda kaptan bizi başka bir kaptana havale ederken kendi payını alıp kalanı yeni kaptana verirken bize dönüp ödemeyi yaptığını ve başka hiçbir ödeme yapmamamızı söyledi. Birkaç dakikalık bekleyişin ardından bizi ve 4 kişilik başka bir grubu peşine takan kaptanımızın peşi sıra denize biraz daha yaklaştık. Derken Gladiator adlı tekne ve kaptanına emanet edilirken yine aynı uyarıyı dinlemek durumunda kaldık: “paranız ödendi, başka bir ödeme yapmayın.” 50 metre mesafede 4 kez el değiştirdikten sonra Zanzibar’ın ve bu coğrafyanın klasik teknelerinden birisine binerek 15 beygirlik kıçtan takma motorumuzun ağlamaklı sesleri eşliğinde pruvamızı Prison Island’a çevirdik.

Cengaver Usi

Öğle saatlerinde Prison Island dönüşü Livingston’da bir molanın ardından bu kez Baharat Turu için yola koyulduk. Adanın iç kesimlerinde bolca rastlamanız muhtemel olan baharat çiftliklerinde tropik meyvelerden, masanızda görmeye alışık olduğunuz ama neye benzediğine dair hiçbir fikrinizin olmadığı çeşit çeşit bitkiyi görme şansınız var. Tabi ki ücreti mukabilinde. Herhangi bir gruba dahil olarak katılabileceğiniz gibi münferit olarak da katılabileceğiniz Baharat Turları teorik olarak –kişi başı- grupla 15 USD, münferit olarak 20 USD. Biz fahri rehberimiz Sajjid vasıtasıyla tanıdık bir çiftliğe gittik. Kazancımız olmadı ama maliyetimiz biraz daha arttı. Bir çeşit kooperatif sisteminden bahseden çiftliğin rehberi 20 USD alana kadar neredeyse konuşmadı bile ama ödemeyi alır almaz dili çözüldü ve şovlarına başladılar. Zaman zaman sözlü sınav tadında geçen turumuz boyunca önümüze ne geldiyse kokladık, tattık ve genelde yanlış cevaplar vererek rehberlerimizin işlerini hakkıyla yapmalarını sağladık. Turun çeşitli evrelerine monte edilmiş kızkardeşlerin elcağızlarıyla yaptıkları ürünler, komünün kendi elleriyle hazırladığı yağlar, parfümler gibi zengin bir içeriğin yanı sıra gerçekten ilginç şeyler öğrendik. Ylang Ylang ve Lemon Grass benim favorilerim oldu. Gezinin sonunda edindiğim hindistan cevizi yapraklarından mamul kravat günün en sevimli hediyesiydi…

Bize bir günlük Stone Town yetti ve hatta arttı bile. Turun hemen ardından programımızı değiştirip Paje’ye doğru yola çıktık. Aslında Paje için gezimizin dördüncü gününü beklememiz gerekiyordu. Ama internet üzerinde yaptığımız araştırmada birçok “guesthouse” görmüştük. Bunlardan birisine kapağı atmak umuduyla koyulduk yola.

Yollar Ve Yolculuk

Stone Town ile Paje’nin arası yaklaşık 60 kilometre. Yani hepi topu yarım saat, bilemediniz kırkbeş dakikalık mesafe. Ama söz konusu olan Zanzibar olduğunda bir an evvel öğrenmeniz ve öğrenmenin ötesinde hazmetmeniz gereken birkaç temel kavram var.

Dala Dala

Hakuna matata bunların ilki. Aslan Kral’da şarkı olarak sevmiştim ama Zanzibar’da ne yalan söyleyeyim, zaman zaman ölçü biraz kaçtı. Aslında güzel Türkçemizin argo arşivinde bu tamlamanın tam olarak karşılığı mevcut ama nezaket sınırları içerisinde kalmak adına “sorun değil, dert etme, hallolur!” diye çevirelim. Otelde yanlış oda ayrılmış, yanıt, hakuna matata! Aç kaldık, ekmek bile mi yok, yanıt, hakuna matata! Zanzibar’ın abrakadabrası hakuna matata…

İkinci önemli sözcük “pole pole”. Yani, “yavaş yavaş”. Bu da ilki kadar önemli, çünkü biz şehirlilerin zaman algısı burada alt üst oluyor. Önceleri Einstein’ın izafiyet teorisini ortaya attığında ya aşık ya da depresyonda olduğunu düşünmüştüm. Kusura bakmasın Einstein, Zanzibar’da geçen on günden sonra kim olsa fark eder zamanın göreceliğini…

İlk başlarda sevimli bulacağınız, hatta seveceğiniz ve fakat birkaç gün sonra zaman zaman duymak dahi istemeyeceğiniz bir sözcük daha var: Jambo! Hatta neden bilmem, Jambo! Jambo! Çoğu zaman. Yani “merhaba”. Ne var bunda diyebilirsiniz ilk başta. Fakat her gittiğiniz yerde 3 yaşında bebelerden yaşlı başlı teyzelere kadar dört bir yandan durmaksızın Jambo! Jambo! Sesleri ve her birine yanıt verme refleksi bir süre sonra yoruyor sanki insanı… Belki de bir çok seferinde Jambo’nun ardından bir şeyler satmak isteyen birilerinin çıkması da bu durumu körüklüyor.

Kizimkazi’de sular çekildiğinde.

Tekrar yollara dönersek, sanırım turumuz boyunca yaptığımız en akıllıca iş bir araç kiralamak oldu. Normal koşullar altında toplu taşıma adına “Bala Bala” adını verdikleri kamyonet kasasına yerleştirilmiş sıralardan oluşan ve genelde balık istifi, hatta arkasına asılarak yolculuk etmek zorunda kalacağınız ucuz adrenalin araçları söz konusu. Ya da hatırı sayılır rakamlar ödemeniz gereken taksi diğer seçeneğiniz olabilir. Ama hepsi bu…

Adada tüm yollar Stone Town’a çıkıyor. Kuzeye giden yollar çok daha düzgün. Ana arteller dışına çıktığınızda yoldan bahsetmek mümkün değil. Diğer taraftan yolların tamamı benzersiz bir güzelliğe sahip. Çoğu yol muz ağaçları ve Hindistan cevizlerinin arasından uzanıyor. Fakat her ne kadar Wikipedi Ada nüfusunu 1.000.000 olarak vermişse de bu rakam çok az geldi bize. Nitekim sadece birkaç dakika bile insan görmeksizin yolculuk etmeniz mümkün değil. Adanın neredeyse her santimetrekaresinde insanlar yaşıyor. Hal böyle olunca yollar da evlere şenlik bir hal alıyor. Yayalar, bisikletler ve motorlu taşıtlar hep birlikte aynı yolu kullanıyor. Yayalarla bisikletliler yolun asıl sahibi oldukları gibi bir kanıya sahipler ve hal böyle olunca araç kullanırken her an tetikte olmanız gerekiyor.

Ters akan trafikte araç kullanmak konusunda bir an bile sıkıntı yaşamazken tüm ada yollarını kat etmeme rağmen yaya ve bisiklet popülasyonuna alışamadım. Hatta biraz da fobi oldu diyebilirim.

Yollarda dikkat edilmesi gereken bir diğer önemli konu da yaban yaşamı. Mesela Jozani Forest boyunca her an önünüzden Kırmızı Maymun geçebilir. Ya da Pongwe yolunda iki şeride birden yayılmış, huşu içinde uyuklayan keçi klanları görebilirsiniz. Öküzler orada da bildiğimiz öküz zaten…

Trafik polisleri apayrı bir alem. Öncelikle araç kiralamayı düşünüyorsanız ehliyetiniz uluslararası değilse ücreti mukabili -10 USD- bir permi almanız gerekiyor. Bu belgeyi size aracı kiralayan şahıslar alıyorlar. Bu belgeyi kesinlikle yanınızdan ayırmayın; gerçekten değerli. Trafik polislerinin ceza kesme yetkisinin olmadığı ve direkt olarak sizi en yakındaki mahkemeye –ki yakında mahkeme hiç yok- sevk ettiği düşünüldüğünde bu basit belge pasaportunuz kadar değerli hale geliyor…

Polislerden ayrıca bahsetmek yerinde olacak sanırım. Aklınızda olsun, polis arabası diye bir şey yok, varsa da biz göremedik. Beyaz üniformalı adamlar polis. Genelde çift oluyorlar ve yaya ya da bisikletliler. Şehirler arası yollarda kontrol noktaları var. Ayrıca her yerleşimde bir karakol.

Gelelim bizim polislere ilişkin deneyimlerimize. İlk kez Paje’ye girmek üzereyken çevrildik. Kibar bir memur, neşeli bir İngilizce ile Swahili dersi verdikten sonra bizi Paje’ye kabul buyurdu. Sayesinde “Habari?” ve “Karibu” sözcüklerinin anlamını öğrenirken kültürel etkileşimin de dibine vurmuş olduk.

Sadece bir saat sonra bir başka polise market sormak için durduk; durmaz olaydık. Daha anayola çıkmak üzere olduğumuz için bir an için çıkarttığım ve henüz takmadığım emniyet kemeri yüzünden 40 USD ceza ile burun buruna geldim. Daha da beteri, polisin ceza kesme yetkisi olmadığı için bilmem neredeki mahkemeye gitmem gerekecekmiş! İnsanüstü bir sabır ve kedi yavrusu sempatisi ile beyimizi ikna ettikten sonra emniyet kemerimizi bir daha hiç çıkartmadık desek yeridir…

Bir sonraki polis deneyimi ise hepten sinir bozucuydu. Kendwa’ya doğru inanılmaz güzel bir yolda, muz, mandalina, ekmek ağaçları, papayalar ve daha adını bile bilmediğimiz birbirinden muhteşem ağaçların arasında ilerlerken Kinyasini yakınlarında bir kontrol noktasında çevrildik. Memur evrakı istedi ve lanet olası permi kağıdını bulamadım. Bu arada polis memuru ile aramızda ilginç bir diyalog başladı. Yaklaşık 40 derece sıcakta yolculuk ederken bizi çeviren memur bana neden üzerime t-shirt giymediğimi sordu. Kibarca sıcaktan demem yeterli olmadığı gibi bir de üzerine adamı daha da coşturdu. Gururla kullandığı “respect” kelimesi üzerine kurduğu cümlelerle bana yaptığımın saygısızlık olduğunu, yasak olduğunu, cezası olduğunu, mahkemeye çıkmam gerekeceğini vs anlattı durdu. Bir ara boş bulunup kendi ülkemde böyle bir şey yapıp yapamadığımı sorduğuna pişman oldu tabi ki. Sonuç olarak müsaade isteyip fahri rehberim Sajjid’i aradım ve durumu anlattım. Sajjid benim adıma söz konusu evrakı düzenlediği için derdimizi anlatır, faksla falan göndertiriz diye düşündüm safça…

Sajjid’le yaptığı görüşmenin sonunda “respect”ine 15.000 TZS değer biçtiğini öğrendik memur beyimizin. 15.000 TZS ile incinen “respect”i onarılan memur beyimiz bizi dostça önerilerle uğurladı.

Fakat yine de en yaratıcı memur ödülü Cumartesi günü her şeyimiz tamam, kemerimiz takılı, edep yerlerimiz örtülü bir şekilde seyrederken bizi çeviren Matemweli memura gitti. Her şeyin tamam olduğuna ikna olunca dönüp bana “neden araba kullanırken sigara içiyorsun?” diye sordu. Ben hala sakin bir şekilde anlamaya çalışırken Nükhet’te film çoktan kopmuştu. Farklı dillerin avantajlarını sonuna kadar kullandığımızdan emin olabilirsiniz. Adam resmen birkaç dakika boyunca araç kullanırken sigara içmenin tehlikeli ve yasak olduğuna dair bizi ikna etmeye çalıştı. Sonunda pes etti ve evrakımızı verip bizi azat etti. Haziran 2012’de tekrar gittiğimizde öğrendik ki artık seyir halinde sürücünün sigara içmesi yasakmış.

Paje Beach

Paje’ye yaklaşırken akşama kalacak bir Guesthouse bulmak ve biraz alışveriş yapıp yemek konusunda kendi başımızın çaresine bakmak niyetindeydik. Paje’de de kent merkezini bulamadığımız gibi market de hak getire. Neyse ki Jambiani yolunun başında bir Supaduka olduğunu öğrendik. Supaduka yine hayal kırıklığı oldu. Umutsuz ve aç bir halde kıvranırken Paje yolunun çıkışına doğru Soko Cafe/Market’i fark ettik. O andan itibaren Soko ve sahibi Abdul kurtarıcımız oldu. Market olarak ne derece felaket olsa da kafe olarak Abdul her seferinde bizi doyurdu. Hatta sayesinde Chapatti (katmer) manyağı olduk. Jambiani yolunun hemen başındaki supaduka’nın yanı başındaki meyve satan mini tezgah da bir diğer kurtarıcımız oldu. Beş ya da altı bin Tanzanya Şilini vererek tropik meyvelerden oluşan nefis bir yemek yedik.

Gerçeküstü bir manzara: Paje Beach

Paje’de tesadüfen bulduğumuz guesthouse’a gecelik 40 USD ödedik. Adada geçirdiğimiz günler boyunca kaldığımız en keyifli yerlerden biriydi. Kumsala cepheli guesthouse’ta ihtiyaç duyacağınız her şey, buzdolabı, ocak, mutfak gereçleri… her şey mevcut. Tek eksik alış veriş yapacak bir market olmaması…

Burada adanın bir gerçeği ile daha yüzleşmemiz gerekti; elektrik kesintisi. Neredeyse düzenli olarak elektrikler kesilmekte ve geceleri yakınınızda bir fener bulundurmanızda fayda var. Büyük tesislerde jeneratör çözüm olarak imdada yetişiyor ama kaldığımız küçük ölçekli mekanlarda ciddi sorun yaşadık bu konuda. Gece chapatti’lerimizi alıp rüzgarlı verandamızdan denize doğru uzanan talk pudrası kıvamındaki kumsala sadece bakmak dahi tüm yorgunluğumuzu almaya yetti.

Guesthouse’ın bir bonusu da köpekler oldu. Bu arada adada neredeyse hiç köpek görmediğimizi fark ettik. Sonra öğrendik ki ada halkının evcil hayvanlarla ilişkisi alıştığımızdan biraz farklıymış. Bir kısmı inançları gereği köpeklerden hoşlanmıyor zaten. Paje’de kaldığımız ya da Paje’den geçtiğimiz günler boyunca guesthouse’ın köpekleri tıka basa doydular…

Stone Town’dan kaçmak adına plansız geldiğimiz Paje’de geçirdiğimiz ilk günden pek bir şey anlamadık diyebiliriz. Ancak Kizimkazi’de ilk kez tanık olduğumuz gelgit Ndame Beach’te kaldığımız günlerde Paje sahilinde de aynı manzaraya tanık olmamızı sağladı. Sular çekildiğinde bambaşka bir manzarayla karşılaşıyorsunuz.

Kizimkazi

Paje’den geçtiğimiz Kizimkazi Dimbani öncelikle yunus turları ile biliniyor. Kizimkazi Dimbani’ye gitmeden yoldan sola sapıp diğer Kizimkazi’ye, Kizimkazi Mkunguni’ye uğramak istedik. Bu küçük balıkçı köyünün kumsalına yaklaşırken karşılaştığımız manzara gerçekten büyüleyiciydi; deniz gözü alacak denli parlak ve zümrüt yeşiliydi. Hevesle sahile girerken birden dört bir tarafımız yunus turu pazarlamaya çalışan “beachboy”larla sarıldı. Öyle ki resmen kaçarak uzaklaştık.

Tekrar normal rotamıza dönüp iki günümüzü geçireceğimiz Kizimkazi Dimbani’ye doğru yolumuza devam ettik. Dimbani’deki ilk günümüzde Kizi Dolphin Lodge’ta rezervasyonumuz vardı. Otele varır varmaz yüzmek için kendimizi sahile attıysak da pek gözümüz tutmadı. Oteldekilere danıştığımızda bize The Residence Otel’in yer aldığı sahili önerdiler. Kizimkazi yolu üzerinde yer alan kumsal sadece 6-7 dakika mesafede ve son derece sakin. Günün büyük bir kısmını yaklaşık 2-3 km uzunluğunda bir kumsalda tek başımıza yüzerek ve güneşlenerek geçirme şansımız oldu.

Kizi Dolphin Lodge en çok sıkıntı yaşadığımız otel oldu. Elektrik kesintisi, susuzluk, jeneratör arızası, yanlış oda rezervasyonu… adeta hepsini al geldi. Neyse ki lezzetli akşam yemeği biraz olsun kendimize gelmemizi sağladı.

Gecenin devamında ertesi gün yerleşeceğimiz koyun diğer tarafında yer alan Karamba Otel’de birer Pina Colada ile günü bitirmeye karar vermiştik ki Zanzibar’ın gerçek büyüsü ile ilk kez karşılaştık: deniz gitmiş! Abartmıyorum, bildiğiniz deniz yok, tekneler kumun üzerinde… aklımızı başımızdan aldı bu görüntü. Saat 22:00 civarında tekrar yükselen suların kumsalı dolduruşunu çıplak gözle izleyebiliyorduk.

Akşamüstü tanıştığımız Ussi ile ertesi gün sabah saat 06:00’da buluşup yunuslarla yüzmeye gitmek üzere anlaştık. Hatta kahvaltıdan sonra da Safari Blue turunu kapsayan anlaşmamız karşılığında kendisine 150 USD ödedik ki bu gerçekten çok hesaplı bir fiyatmış.

Gündoğarken Kizimkazi

Önceki gün sularla kaplı sahili bu sabah kumlar üzerinde yürüyerek geçtik ve açıkta bir yerde bekleyen tekneye ulaşarak 5-10 dakika mesafedeki yunus bölgesine ulaştık. Sabah 06:25 civarında yunusları beklerken daha şimdiden 4 tekne ve en az 15 kadar ziyaretçi olmuştuk bile. Çok geçmeden şişeburunlu yunuslarımız görünmeye başladı. Doğrusunu isterseniz kendi adımıza yunus turunu erken kestik, çünkü içimize sinmedi. Yunuslar göründüğü anda gazlayan tekneler, suya atlayan insanlar… kendimizi yunusların yerine koyunca vazgeçtik bu sevdadan. Vazgeçene kadar da bir hayli yunus görüp birlikte yüzdük, fotoğraflarını çektik ve bir daha ki sefere sabah en geç 05:00’te orada olmak koşuluyla denemeye karar verdik.

Dönüşte kahvaltının ardından özellikle open-sky bath’lerine tav olduğumuz Karamba Otel’e yerleştik. Bir İspanyol işletmesi olan tesis şirin, temiz ve özenli. Odalar gayet yeterli ve her odada su ısıtıcıyla çay olması bizi mutlu etmeye yetti. Ayrıca özellikle yağmur altında open-sky bath’te duş almak da bambaşka bir keyif. Mutfağı için dört dörtlük diyebileceğimiz Karamba’da özellikle pizza ve pina colada tam notu hak ediyor.

Saat 10:30’da günün ikinci programı Safari Blue için tekrar Ussi ile denize açıldık. Safari Blue belki de en keyif aldığımız aktivite oldu. Yaklaşık bir buçuk saat süren yolculuğun sonunda önce Paradise Island açığında şnorkel yaptık. Burada suyun altı gerçekten çıldırmış! Mercanlarından balıklarına coşmuş. Tek şanssızlık sualtı fotoğraf makinemizin şarjının bitmesi ve şnorkel keyfimizin biraz da olsa erken sona ermesi oldu.

Şnorkelin ardından 10 dakika ileride denizin ortasında yer alan yaklaşık 200 metrekarelik bir kum tepesinde Ussi ve yardımcısı yemek ve içecek servisimizi hazırlarken biz de kuşlarla haşır neşir olup fotoğraf çekerek vakit harcadık. Normalde deniz mahsulleri, meyve ve içecekten oluşan menüden biz deniz mahsullerini çıkarttık. Birazdan denizin ortasında bir kum tepesinde bize özel hazırlanmış mütevazi bir masanın etrafındaydık. Buradaki sefamız yağmur yüzünden planladığımızdan biraz erken bitti. Günün sonunda Safari Blue bana göre Ada’nın bir numaralı aktivitesi olarak gözüme girmeyi başardı.

Safari Blue’nun yorgunluğunu atar atmaz fotoğraf makinemizi alıp kendimizi kumsala attık. Suların da çekilmesi ile ortaya çıkan manzara kelimelerle anlatılacak türden değil. Böyle bir gün batımı, bu denli aykırı renkler ancak cüretli bir ressamın tablosunda bir araya gelebilir. Günbatımı, kumun üzerine oturmuş tekneler, rengarenk yansıyan günün son ışıkları, çekilen sulardan kabuklu, yosun ve denizyıldızı toplayan yerliler, kumsalda yaşlısı, genci ile Kizimkazi yumuşacık sarı bir ışık altında bize kolay kolay unutamayacağımız bir görselliği zihnimize kazıdılar.

Otelin hemen açığında iki şamandıra ile işaretlenmiş mini resif adanın diğer bölgeleri gibi canlıları ve rengarenk mercanları ile sıkılmadan saatlerce şnorkel yapabileceğiniz bir mini sualtı cenneti. Otelden ayrılmadan önce erkenden bir kez daha fotoğraf makinemizi alıp resifin yolunu tuttuk.

Doğrusu Karamba’dan ayrılmak gerçekten zor oldu.

Bunu yapmadan dönmeyin: Saffari Blue

Doğu Sahili

Kizimkazi’den çıkarak Jambiani üzerinden Paje’ye, Ndame Beach Lodge’a vardığımızda henüz öğlen dahi olmamıştı. Doğrusu Paje’ye geri döndüğümüzde Ndame’deki rezervasyonumuzu boş verip tekrar guesthouse’ta kalmak niyetindeydik. Fakat Abdul’ü bulamayınca aç kalma endişesi ile Ndame’ye yerleştik. Ndame son derece mütevazı ve sevimli bir işletme aslında. Ama guesthouse’un huzuru ve verandası aklımızı çelmeye yetiyordu.

Ndame’de zamanımız çekilen sulardan geri kalan kumlar üzerinde yürüyüş yaparak ve doymamacasına fotoğraf çekerek geçti. Bu sahilin kumları da Kizimkazi’nin gün batımı gibi; hakkını vererek anlatmak gerçekten çok güç. Öyle ki gece ay olmasa dahi sahil bembeyaz kumları sayesinde ışıl ışıl. Hele ki gün içerisinde güneş kadar gözünüzü alıyor. Elimizden gelse kamyonlar dolusu taşırdık herhalde…

Ndame’den sonra doğu sahilindeki son durağımız Ras Michamvi yakınlarındaki Dongwe. Dongwe özellikle iç mekanlarından hoşlanarak seçtiğimiz bir oteldi. Hatta tüm seçtiklerimiz arasında otel formatındaki tek tesisti. Daha kapıdan adımımızı attığımız andan itibaren gördüğümüz ilgi, yakınlık ve bir de üzerine otelin genel havası Dongwe’de kalış süremizi bir gün uzatmamıza sebep oldu.

Bu arada fark ettik ki üzerimizdeki paralar suyunu çekmeye başlamış ve henüz tatilin ortasındayız. İşte bu noktada acı gerçekle yüzleşmemiz gerekti. Para çekebileceğimiz tek yer olan Stone Town’a yola çıktığımızda saat henüz 16:00 civarıydı. İki saat içerisinde işimizi halledip dönme umuduyla çıktığımız yolculuk bir mini alacakaranlık kuşağına dönüştü. Kurban bayramını hesaba katmamıştık. Bütün ada ayakta ve hareket halindeydi. Sokaklar, parklar insan seli altında; yollar tıka basa dolu araçlarla kilit halde, parklar insan kütlelerinden görünmez halde…

Saat 21:00 civarı Kizimkazi’de unuttuğumuz tavlamızı almak üzere yola çıktığımızda adanın bir diğer can sıkıcı sürprizi ile karşılaştık. Yol boyunca ne kadar benzin istasyonu varsa hepsi kapalıydı! Kizimkazi’de artık yakıtımız bitmek üzere olduğundan Ussi’yi arayarak yardım istedik. Gönderdiği adam sanırız o gecenin en mutlu insanıydı. Litresi 22 TZS olan benzinin 5 litresi için bizden 15.000 TZS aldıktan sonra eminim gayet keyifli bir uyku çekmiştir.

Dongwe’deki ikinci günümüze keyifli bir kahvaltı ve ardından şnorkelle başladık. Biraz ileride bir iskelenin ucuna kurulmuş restoranın çevresinin şnorkel için uygun olduğunu öğrendik ve suların çekilmiş olmasından istifade deniz olması gereken yerden yürüyerek şnorkel yapacağımız noktaya ulaştık.

Restoranın ayaklarının dibinden suya girdik ve girdiğimiz yerde takıldık kaldık. Bu nasıl bir sualtıdır? Melek balıkları, kutu balıkları, aslan balıkları, yaprak balıkları… ne fotoğraflarını çekmekle bitiyor, ne videolarını, çılgın bir şey bu.

Şnorkel’den kalan vaktimiz kumsalda yayılarak ve fotoğraf çekerekten hızlıca tükendi. Ertesi sabah nefis bir kahvaltının ardından adaya varmadan aylar önce Google Earth denen şeytan icadından keşfettiğimiz iki fantastik noktayı görmeye gittik: Paradise Beach ve Coconut Beach.

Coconut Beach için Ras Michamvi yolunun sonuna kadar devam ederek yol olduğunu düşündüğümüz izleri takip etmemiz yetti. Coconut Beach’te adından da anlaşılacağı üzere Hindistan cevizi ağaçları ile çevrilmiş muhteşem bir kumsal karşıladı. Ama ne yazık ki kumsal gelgit nedeniyle tahminimizden çok ama çok daha devasa boyutlara ulaşmış, yüzecek yer kalmamıştı.

Hemen yanıbaşındaki Paradise Beach itiraf etmeliyim ki adaya gelirken en çok merak ettiğim yerdi. Fakat aracımızı bıraktığımız yere pek güvenemediğimiz için sahilden daha fazla ilerlemeye çekindik. Söylenerek gerisin geri döndük. Tekrar yola koyulduğumuzda bir yerlerden başka bir girişi olmalı diyerekten yol boyunca gördüğümüz tüm patikalara daldık. Nihayet pek de ümit vermeyen, hatta genişliği çoğu zaman jipimizin genişliğini dahi kurtarmayan bir yoldan masalsı Paradise Beach’e ulaşmayı başardık. İlk kez burada suların çekilmiş olmasına hayıflandık. Deniz neredeyse bir kilometre ileriye kadar çekilmişti. Tabi bu haliyle de inanılmaz bir manzara uzanıyordu karşımızda. Mangrovları çekememek can sıkıcı olsa da Paradise Beach bambaşka bir göç hareketini izlememizi sağladı. Kumun üzerinde ne olduğunu anlayamadığımız karartıların yakınına geldiğimizde bunların kumdan çıkarak denize ulaşmaya çalışan yavru yengeçler olduğunu fark ettik. Nefis bir manzara! Bir de üzerine minicik ayaklarıyla binlercesi hareket edince çıkarttıkları ses gerçekten ilginçti…

Kuzeye…

Paradise Beach bir sonraki sefer bir gelgit tablosu rehberliğinde gerimizde kalırken rotamız Paje, Jozani, Bungi, Kinyasini üzerinden Kendwa. Yolun Bungi’ye kadar olan kısmını birkaç kez kat ettiğimiz için hızlıca geçtik. Fakat Stone Town yolunda ayrılıp kuzeye, Kinyasini’ye doğru ilerlemeye başladığımızda aracımız neredeyse üçüncü vitesi bile göremedi. Böyle bir flora nasıl mümkün olabilir? Muz, Hindistan cevizi, mandalina, jackfood, ekmekağacı… adını dahi bilmediğimiz çeşit çeşit ağaçla çevrilmiş insana huzur veren, dinlendiren bir yolda ilerlemeye başladık. Kinyasini’de respectomanyak polis memuru çevirinceye kadar belki de en huzurlu ve keyifli yolculuğumu yapıyordum diyebilirim.

Akşamüstü kuzeydeki üssümüz olarak seçtiğimiz Kendwa Rocks’a vardık. Ocean-view yerine bahçeye bakan denize oldukça uzak bir odayla karşılaşınca Kendwa Rocks’tan ayrılarak çevredeki tesisleri gezinmeye başladık. Çok geçmeden Kendwa Breezes’te karar kılarak yerleştik.

Kendwa sahili bambaşka güzel. Doğu sahilinin aksine deniz burada genellikle sakin. Yüzmek son derece keyifli. Sular çekildiğinde dahi yüzecek kadar deniz kalması apayrı sevindirici. İlk gün vardığımızda şnorkel turu yapan tekneleri otelin açığında görünce hem sevindik, hem de biraz gözümüzde büyüdü, oralara kadar nasıl yüzeceğiz diye. Ama sular çekilince, neredeyse yürüye yürüye gittik şnorkele. Burada şnorkel bambaşka bir fantezi. Mercanlar neredeyse sudan dışarı taşıyor. Aralarında yine binlerce yaşam iç içe geçmiş vaziyette.

Kendwa’da bir çok işletme yan yana diziliyor kumsal boyunca. Hal böyle olunca yeme-içme alternatifleri de bolca. Özellikle White Sands’in restoranı gerçekten çok başarılı. Biraz ileride yer alan ve odasını beğenmeyip vazgeçtiğimiz Kendwa Rocks’ın seçenekleri neredeyse sınırsız…

Kendwa

Nungwi, Matemwe Ve Mnemba Atol’ü

Kendwa ile Nungwi’nin arası sadece birkaç dakika. Nungwi tüm adanın en gözde turizm merkezi. Ondan fazla dalış merkezi, ortalaması son derece yüksek otelleri, restoranları ile son derece popüler bir mekan. Ama adanın diğer tarafları gibi Nungwi’de de sahilin hemen ardında bambaşka bir gerçeklik karşılıyor sizi. Yolu olmayan, düzensiz ve genelde özensizce yapılmış evler, ki evden ziyade baraka demek daha doğru olur sanki. Sıkça rastlayabileceğiniz çöp birikintileri. Adada kaldığımız süre boyunca restoranlar dışında hiç çöp kovası vs görmediğimizi belirtmekte fayda var. İtiraf etmeliyim ki duyduklarım ve okuduklarım farklı bir Nungwi tablosu yaratmıştı bende.

Hele bir de kendine “Exchange Office” diyen bir tezgah büyüklüğünde dükkanda yeni bir kazık daha yiyince neresini sevebileceğimi bilemedim Nungwi’nin. Otelimiz kredi kartı ile ödeme kabul etmediği için bizi buraya yönlendirmişti. Teorik olarak işlem son derece basit. Yüzde on komisyon karşılığı otel ücretimizi kredi kartından ödeyecektik. Gelin görün ki bu adada söz konusu olan para olunca hiç kimseye güvenilemeyeceğini bir kez daha gördük. Adam gözümüzün içine baka baka Stone Town’da 1.700 TZS* olan kuru 1.440 TZS olarak hesapladı. Bunun karşılığında USD olarak slip çekti ve sonra TZS olarak ödeme yaptı. Bize sadece küfretmek kaldı!

*2012 Haziran’ında kur 1.585 TZH idi.

Kuzeydeki son günümüzde Matemwe ve çevresini gezmeye hatta Pongwe’ye kadar inmeye karar verdik. Yarım saatlik bir yolculukla vardığımız Matemwe’nin ilk tatsız sürprizi araç kullanırken sigara içtiğim için ceza kesmeye kalkan polis memuru oldu. Artık neredeyse adanın yerlisi olduğumuzdan adama öyle bir çıkıştık ki çabucak pes etti.

Matemwe’de keyifle fotoğraf çekerken bir papasi peyda oldu yine. Ahşap işleri, masaj vs satmaya çalıştı, muvaffak olamadı. Fakat şnorkel turu dediğinde bizi hassas noktamızdan yakalamış oldu. Mnemba Atol’üne gitmek ve iki farklı noktada şnorkel yaparak kaplumbağa ve yunus görmek vaadiyle 60.000 TZS ödemek üzere saat 14:00’te buluşmak için sözleştik. Bu arada biz de Pongwe’ye kadar hızlı bir keşif yapıp bir yandan da yiyecek bir şeyler aradık.

Saat 14:00’de geri geldiğimizde sevgili papasi’miz bizi apar topar tekneye nakletti. Teknenin ilk sürprizi iki yolcu için üç mürettebat olmasıydı. Doğrusu beyaz kadın görünce verdikleri tepki, çantada tüm varidatımız ve pasaportlarımızın yer alması yetmiyormuş gibi papasimizin durmaksızın kendi kendine konuşuyor olması bizi hafiften gerdi. Ki haksızda değilmişiz. Daha yolun ortasında adanın çevresini dolanmak için ekstra 10.000 TZS istediler. Anlaşmamızda öyle bir şey olmadığını, biraz da sertçe belirtince çark ettiler. Tabi güven sorunu da tepe yaptı. İlk noktaya vardığımızda sualtındaki manzara bize her şeyi unutturmaya yetti.

Mnemba adanın en popüler dalış noktası. Sahillerinde de inanılmaz renkli şnorkel bölgeleri mevcut. Atol’ün üzerinde bir de fantastik tesis var ki geceliği kişi başı 1.250-1.500 USD aralığında. Gerisini siz hayal edin.

Gerilimli atmosferden bir an evvel kurtulabilmek için şnorkel sefamızı kısa kestik. Diğer noktaya gidelim dediğimizde zaten papasimiz ve diğer iki soytarı çark ettiler. Biz de geri döndük. Dönüş yolculuğu bir açıdan daha ders oldu. Mnemba’ya gitmek için resifin dışından yolculuk edeceğiniz bir nokta seçin. Nungwi’den ulaşmak çok daha mantıklı ve konforlu. Adanın klasik tekneleri adeta yalpa yapsınlar diye tasarlanmış olduğundan resiften yükselen kaba dalgalar dönüş yolunda bayağı bir hırpalanmamıza neden oldu.

Kıyıya vardığımızda sıra hesaplaşmaya gelince işler iyice çirkinleşti. Papasi aldığı 60.000 TZS beğenmeyerek daha fazlası için kah dilendi, kah tehdit etti. Sonuç olarak havasını aldı ama son günümüzü de rezil etti.

Full Moon Party

Adaya varmadan önce programımızı Kendwa sahilinde her ay tekrarlandığını okuduğumuz Full Moon Party’e göre şekillendirdik. Adadaki son gecemiz Kendwa Rocks’ta Full Moon Party ile sona erdi. Gerçi parti kısmen hayal kırıklığıydı. Keyifli bir yere şov, bolca akrobasi gösterisi, adanın popüler Dj.’lerinin dinletileri… ama tümü kumsalda ayışığında değil de barda bir sahnede olunca insan ister istemez biraz bozuluyor. Fakat Kendwa Rocks’ta gördüğümüz doku gerçekten keyifliydi. Dünyanın dört bir yanından, her yaş grubundan insan bir araya toplanmıştı.

Full Moon Party ile ilgili son bir not daha; giriş için 10.000 TZS alıyorlar ve karşılığında hiçbir şey vermiyorlar…

Batıdan Doğru Zanzibar Town

Pazar sabahı kahvaltının ardından dönüş yoluna geçiyoruz. Bu kez batı sahili boyunca yol almayı ve ada çevresindeki turu neredeyse tamamlamayı planlıyoruz.

Mkokotoni, Donge, Mahonda, Bet-el Mali boyunca denizden biraz uzak seyrediyoruz. Adanın genel dokusu hakim buralarda da. Kalabalık, meyve ağaçları, bala bala’lar… Ta ki Chuini ile tekrar denize yaklaşıyoruz. Batı sahilinde Kendwa’dan Bububu’ya kadar turistik tesis ya da plaj yok. Genelde balıkçılık ve gelgitin getirdikleri ile yaşayan küçük köyler mevcut.

Chuini’den itibaren takip ettiğimiz Malawi Road bizi Bububu ve Kibweni üzerinden Zanzibar Town’a ulaştırıyor. Bu arada Chuini’den 500 TZS ödeyip aldığımız bir dilim jackfood’u Zanzibar Town’a vardığımızda hala bitirememiştik.

Zanzibar Town’a girerken elektronik eşyadan don lastiğine kadar aklınıza gelebilecek her şeyi bulabileceğiniz yerel pazar görülmeye ve çekilmeye değer. Sonrası bildik yerler olunca kendimizi tekrar Livingstone’a atmaya karar verdik. Zanzibar’daki son saatlerimizi Livingstone Beach Restaurant’ta yiyip içerek, feribot kumpanyasını izleyerek ve Stone Town’ın ara sokaklarında gezinip bakımsızlıktan dökülen binaların fotoğraflarını çekerek geçirdik.

Zanzibar International Airport!

Her gezide… aslında hayatın her anında şansa ihtiyacı var insanın. Havaalanına yaklaşana kadar gayet keyifle aracı teslim almaya gelen Sajjid’e yaşadıklarımızı anlatıyorduk. Ne zaman ki alana yaklaştık birden her şey tersine döndü. Hac dönüşü furyası bizim adadaki son yarım saatimize denk gelmiş! Alana bırakın girmeyi, yaklaşmak mümkün değil. İnsanlar, araçlar… tersten gelenler, parkedip gidenler. Alan karşımızda ama ilerleyemiyoruz. Uçağımızın kalkmasına kalmış 15 dakika ve bagajlarımızla aşmamız gereken bir insan kütlesi, tamamı yağan yağmurla dolmuş taşmış bir otopark ve birkaç yüz metre mesafe. Uçağa ucu ucuna yetiştik. Ancak aksi durumda ne olurdu, hala düşünmek dahi istemiyorum…

Kıssadan hisse: havaalanı sadece 15 dakika mesafede olsa dahi siz siz olun eşeğinizi sağlam kazığa bağlayın. Hele ki hayata “hakuna matata” penceresinden bakan bir memleketteyseniz.

Bu arada yeni uluslararası terminal binasının yapılmakta olduğunu da belirtelim ki haksızlık olmasın.

Bunları Unutmayın

  • Stone Town seyahatinizin merkezi. Tüm eksiklerinizi, ihtiyaçlarınızı burada gidermeniz gerek.
  • Kwality Market Stone Town’daki tek süpermarket diyebiliriz. Yerini bilmeniz yeterli değil, saat 16:00’da açıldığını da unutmamanızda fayda var.
  • Paje’den Jambiani’ye döner dönmez yeni bir market daha açıldı yakın zamanda. Doğu sahili için bulabildiğimiz tek alternatif olduğunu söylemekte fayda var.
  • Adada tüm alışverişleriniz için –aksi durumda bir menfaatiniz yoksa- TZS yani Tanzanya Şilini kullanın. Aksi durumda döviz kurlarındaki fark başınızı döndürebilir.
  • Stone Town’da, Forodhani Garden yakınında bir döviz bürosu var. Adaya vardığınızda seyahatiniz boyunca harcamayı planladığınız miktarı burada TZS olarak çevirin. Stone Town dışnda başka bir döviz bürosu bulamayacaksınız. Bu durum doğal olarak bir miktar kazıklanmanıza neden olacak.
  • Seyahatiniz boyunca kiralık araç kullanmanızı tavsiye ederiz. Günlük 40-50 USD arasında Suzuki jipler bulabilirsiniz. Kesinlikle binek araç kiralamayın. 4X4 opsiyonunun ve klimasının çalıştığından emin olun.
  • Trafik bize göre ters, bunu unutmayın. Emniyet kemerinizi araca bindiğiniz anda takın. Polisler bu konuda çok acımasız. Zaten sizi çevirmek için bahane arıyorlar.
  • Araç kullanırken üstünüzde mutlaka bir atlet ya da t-shirt olsun. Aksi durumda direkt kıllığına çeviriyorlar.
  • Yollarda yaya ve bisiklet trafiğine dikkat edin. Tüm öğeler aynı yolu kullanıyor.
  • Gece yola çıkmamaya dikkat edin. Yol aydınlatması yok ve yaya ve bisiklet trafiği tehlikeli olabiliyor.
  • Bazı bölgelerde yaban yaşamına dikkat etmeniz gerekiyor. Özellikle Jozani Forest Milli Parkı’nı geçerken poz veren bir kırmızı maymun görseniz dahi fotoğrafını çekmeyin. Milli Park’a para ödemeden fotoğraflarını çekmek yasak, cezası kallavi…
  • Bayanlar için transparan, mini etek ve dekolte pek tavsiye edemiyoruz. Sahil dışında ne yazık ki direkt tepki olmasa da bakışlar rahatsız edici olabiliyor. Hatta kaldığımız tesislerden birinde bayan müşteriler omuzlarını örtebilsin vs diye odaya pareo bırakılmıştı.
  • Özellikle Stone Town’da park edeceğiniz yerlere dikkat edin. Her arabanın dikiz aynasının perçinli olduğunu görünce öğrendik ki araç hırsızlığı bayağı bir ilerlemiş durumdaymış.
  • Pazarlık etmeyi seviyorsanız şanslısınız, burası tam size göre. Sevmiyorsanız da artık pazarlık kavramıyla tanışmanızın vakti gelmiş demektir.
  • Papasi’lere dikkat edin. Ucuz ya da ücretsiz rehber ya da satıcılar sizi her daim bulacaktır. Biz genelde her şeyi aldığımızı, her şeyi yaptığımızı ve adadaki son günümüz olduğunu söyleyerek bertaraf etmeye çalıştık.
  • Polisler beyaz üniforma giyiyorlar ve sanırız turistleri pek fazla sevmiyorlar.
  • “Jambo!” sözcüğüne alışın ve dahası karşılık vermeye alışın. Siz karşılık verene kadar tekrarlanacağını unutmayın.
  • Otel rezervasyonlarının neredeyse tümünde sorun çıkabiliyor; endişelenmeyin, halloluyor. Sadece talep edin.
  • Yemekler konusunda rahat olun. Neredeyse yediğimiz tüm yemekler son derece lezzetliydi. Kahvaltılar bazıları için facia olabilir; tropik meyveler ve omletten ibaret. Ekmek pek sık rastlanan bir yiyecek değil ne yazık ki. Chapatti’yi şiddetle tavsiye ederiz.
  • Konaklamalarda tam pansiyon ya da yarım pansiyon opsiyonunu seçmeden önce bir kez daha düşünün. Genelde bir öğün iyi bir yemeğe ödeyeceğiniz tutar iki kişi 30.000 TZS civarında.
  • Adada alışıldık anlamda market bulabilme şansınız yok. Neredeyse her yerde Coca Cola bulabilirsiniz ama “duka”, “dulla” ve “supaduka”larda bisküvi ya da peynir çeşitleri neredeyse yok denebilir.
  • Gerek Zanzibar, gerek diğer destinasyonlara gitmeden önce Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü’nün Seyahat Sağlığı bölümüne danışmanızı tavsiye ederiz. Karaköy, Tuzla ya da Sabiha Gökçen Havalimanı’nda mevcut ofislerden bir tanesinde sadece 15 dakikanızı ayırarak gerektiğinde gerekli aşıları ücretsiz olarak yaptırabilirsiniz. Yanınızda nüfus kağıdınız ve pasaportunuz olması gerekiyor. Zanzibar için biz tur programımızı düşünerek –her ne kadar B.M. Sağlık Örgütü uyarıyı kaldırmış olsa da- sarı humma ve sıtma için aşı ve ilaç desteği aldık.
  • İnce de olsa bir yağmurluk bulundurun.
  • Güneş yağınızın faktörleri konusunda bonkör olun; buranın güneşi affetmiyor.
  • Medikal ihtiyaçlarınızı mutlaka yanınızda götürün. Adada ilaç bulmakta güçlük çekebilirsiniz.
  • Adada düzenli olarak elektrik kesilmekte. Büyük ölçekli tesisler dışında jeneratör pek bulunmuyor. Dolayısıyla yanınızda mutlaka fener ya da mum bulundurun.
  • Adanın elektrik prizleri farklı, adaptör bulundurun. Adaptörünüz yoksa üç delikten yukarıdaki tek olana bir anahtar sokarak da fişinizi takabilirsiniz.
  • Gerek yüzebilmek, gerek fotoğraf çekebilmek… hatta bazı turlara katılabilmek için bir gelgit tablosu edinin.

Bunları Yapmadan Gelmeyin

  • Kizimkazi’de günbatımını izleyin. Hatta fotoğraflarını çekin.
  • Kizimkazi’de yunuslarla yüzün. Ama sabah çok erken, 05:00 civarı bölgeye varmış olun.
  • Safari Blue’ya mutlaka katılın.
  • Her fırsatta şnorkel yapın.
  • Karamba Resort’te en az bir gece kalın. Open-sky bath tercih edin ve özellikle yağmur altında duş alın.
  • Sular çekildiğinde doğu sahilinde, özellikle de Paje’de yürüyüş yapın, fotoğraf çekin.
  • Livingstone’da Pina Colada ve Ice Tea için; Livingstone Killer Burger’i deneyin.
  • Ndame Beach Lodge’ta Zanzibar Tapas’ı deneyin.
  • Karamba Resort’un pizzasını mutlaka deneyin.
  • Baharat turuna katılın ama yanınıza ya kayıt cihazı ya da kağıt kalem alın; aksi takdirde hiçbir şey hatırlamayacaksınız. (Bububu çevresi)
  • Prison Island’a gidin ama zamanınızın çoğunu şnorkelle geçirin.(Stone Town’dan tekne ile)
  • Paje’de Soko Cafe’ye uğrayın. Abdul’e selamımızı iletin, güleryüzü ve hoş sohbetiyle zaman geçirin. Chapatti’sinden tadın.
  • Mnemba Atolü’nde şnorkel yapın. Dalış yapacaksanız Nungwi ya da Kendwa’dan hareketle Mnemba Atoll’ünün biraz ilerisinde Big Reef’te dalmalısınız. Ayrıca Jambiani’de Lagoon’da stingray’lerle birlikte dalabilirsiniz. Bir diğer keyifli dalış bölgesi de yine Nungwi ya da Kendwa’dan ulaşabileceğiniz Tumbatu adası olacaktır.
  • Dalışa gideceğiniz zaman dalış merkezine teknesini sorun, mutlaka hızlı tekneleri tercih edin. Aksi durumda yolculuğunuz bir miktar eziyete gebe olacaktır.
  • Dongwe’de en azından bir gece kalın, nefis sahili, lezzetli yemekleri ve “gerçek” kahvaltısıyla sizi baştan çıkartsın, bir gece daha kalın. Ve tabi şnorkel yapın.
  • Paradise Beach’e (Ras Michamwi) mutlaka gidin ama gitmeden gelgit tablosunu kontrol edin. Mümkünse deniz yoluyla gidin.
  • Güneyden kuzeye adanın ortasından yolculuk edin; eşsiz florasının tadını çıkartın.
  • The Rock‘da yemek yemeden dönmeyin. The Rock doğu sahilinin ortasında Ras Michamwi yakınlarında. Paje ve Bwejuu’yu geçtikten sonra yol üzerinde sağda tabelasını görebilirsiniz.

Mini Sözlük

  • Merhaba – Salam, habari
  • Pole pole – Yavaş yavaş, sakin
  • Hoşçakal – Kwa kheri, kila lakheri
  • Nasılsın(ız) – Hujambo, habari gani
  • Günaydın – Habari za asubuhi
  • İyi geceler – Usiku mwema
  • Teşekkürler – Shukrani, ahsante sana
  • Önemli değil – Karibu sana, una karibishwa
  • Hoşgeldin(iz) – Karibu
  • Görüşürüz – Tuonane baada ya muda
  • Bol şans – Kila la kheri, kheri yako, bahati njema
  • Seni seviyorum – Nakupenda
  • Kalem – Kalamu
  • Kâğıt – Karatasi
  • Merhaba – Marahaba
  • Masa – Meza
  • Sandalya – Kiti
  • Gazete – Gazeti
  • Türkiye – Uturuki
  • Portakal – Chungwa

Zanzibar Fotoğrafları

Zanzibar 2011-1 – Zanzibar 2011-2 – Zanzibar 2012 – People Under African Sky – The Rock Restaurant – Zanzibar Tekneleri

Gel-git videoları:

Low Tides – Paje
High Tides – Paradise Beach, Ras Michamwi