İyi niyetten maraz doğar…

Severim bu sözü. Bir de artık kaale almaya başlasam…

Bugün esecekti hava. Günler öncesinden hazırlandım. Güverte neta, demir sağlamda, tenteler kışlıklarla değişti, yakıt vs kontrol edildi. Her şey olması gerektiği gibi. Artık gerisi biraz şansa, biraz da Poseidon’un olası madiklerine kalmış.

Normalde bugün Kaş’a gidecektim. Fakat hava durumuna bakarak bir gün geriye çektim ki, hava eserken burada olayım. Tam Kaş’a yola çıktım ki, 22 gün sonra birisi ilk kez Yengeç için aradı. Dedim ancak yarın.

Bu sabah dünkü tufan tadındaki yağmurun ardından hasar tespiti için sabah erkenden Yengeçe geçtik Nükhetle. Beklediğimden iyi çıktı. Hala su alan yerler var ama ciddi azalma var. O arada da görücü olarak gelecek arkadaşı aradım, dedim biz buradayız. Tamam geliyoruz dediler ve başladık beklemeye.

Daha kayığa gelirken tam kıçıma demirlemiş kayığa başlamıştım sövmeye. Arkadaş adam marina girişini kapatmış, benim de hemen kıçıma girmiş. Zaten bir de ihtiyar Fransız’ın döküntü bir kayığı var, o da koca denizde gelmiş iskeleme. Hadi hayırlısı dedim.

Görücü gençten bir çift. Arkadaşlarının Bavaria’sıyla açığımıza demirlediler. Bir yarım saat kıçtan takmalarını çalıştırmaya çalıştılar. İçim elvermedi, gidip benim dingiyle aldım getirdim kayığa. Neredeyse benim Yengeç’i ilk görüşüm gibiydi tepkileri. Bayıldılar. Her şeyine. Havuzluğuna, salonuna, makine dairesine. Eh, genç ve de “sıfırlar”. Altı sene önceki ben.

Anlattım da, anlattım. Hatta Nükhet’e sorarsanız bayağı bir kafalarını şeetmişim. Neyse, böyle bana göre tatlı tatlı Yengeç’i anlatırken arkadaki kayığa bayağı bayağı girmişiz. Hemen bastım marşa. Bu arada ben de bekliyorum ki adamlar sittirolup gidecekler arkamdan. Nerede. Adam bana tarıyorsunuz diyor.  Ulan bu kayık üç haftadır oynamadı yerinden. Demir muhtemelen öyle gömüldü ki hadi gidelim deyince ana bacı sövmüştür.

Havanın daha da sertleşeceği aşikar. Yanda Fransız’ın enkaz teknesi, kıçımda bu… söylenerek toplamaya başladım demiri. Tam da düşündüğüm gibi, aslında hava sertleşince sadece kaloma açmışız. Nitekim demir yerinden kalkmamak için bayağı bir direndi. Ağır ağır bir tur attım, demir yeri bakıyorum koyun içinde ama dedim ya, bildiğin Harem otogarı gibi. O arada arkamdaki herif de demiri toplayıp yürümesin mi… Ulan haftalardır yattığım yerimden çıktım senin yüzünden.

On dakika sonra eski yerime saldım demiri ama kaloma verecek yer yok. 35-40 metre ancak serebildim zinciri. Biraz daha lafladık. Görücüleri kıyıya bırakmak için hep beraber ayrıldık kayıktan. Karaya çıkmışken bir iki saatliğine eve gideyim dedim. Ayrılmadan da görücüleri getiren teknenin sahibinin telefonunu almıştım. Eve geldikten 10 dakika sonra aradım, dedi “asayiş berkemal”. Rahatladım mı, hayır. Bir 10 dakika sonra tekrar aradım. “Abi geziyor senin kayık ama tüm kayıklar geziyor, sorun yok.” dedi. Dedim, “ben geliyorum, gözün üzerinde olsun”. Arabaya binerken bir daha aradı, “Abi senin kayık zincirle birlikte gidiyor, bende bot yok ama gerekirse atlar yüzerim.” dedi. “Gerek yok, sadece gözle, 4-5 dakika içinde oradayım dedim”. Dingiye binerken bakıyorum kayık yok. Derken telefon çalıyor. “Abi senin kayık sürükleniyor. Bir tanıdığın teknesi vardı yakında, onlardan yardım istedim. Botla gittiler. Merak etme.” Ne demek lan merak etme! Kayık gidiyor!

Dingiyle yaklaşırken gençten birini ırgatın başında gördüm, önce kaloma bırakıyor sandım, demiri topluyormuş. İlerice yaşlı biri de dümende. Hemen zıpladım kayığa. Ben çıktığımda genç olan demiri toplamış. Hemen geçtim dümene, verdim yolu. Hedef yeni bir demir yeri…

Genç çocuk demirde bir katamaranın gemicisiymiş, bot da onunmuş. Onu indirdik. Komşuyla başladık bakınmaya. Bu arada 20-25 knot esiyor ama sağanaklar 30’u deviriyor. Sonunda Marintürk’ün açığına sermeye karar verdim. Hava döndüğünde de arıza çıkartmayacak bir mesafede hazırladım demiri.

İlk işaret dönmemekte direnen kavaleta oldu. Anlam veremedim. Bu arada neredeyse altı yıldır kayıkta en sorunsuz çalışan şey ırgat. Kavaleta gevşek mi diye baktım önce, tam tersi, fazlaca sıkı. Gevşetip dökeyim dedim, ulan o da olmuyor. Tepiyorum ediyorum zinciri, gitmem de gitmem diyor. Dolayısıyla ilk denemede pozisyonu kaybettik. Tekrar manevra yapıp boşlayarak saldım demiri. Bu sefer 70 metre kadar bıraktım. Arkamda bir guletimsi var, ona fazla da yaklaşmamak derdindeyim. Biraz toplayayım dedim, o da ne, ırgattan takır tukur sesler geliyor. Lan arkadaş daha 1 saat önce tekneyi anlatırken methiye düzmüştüm bu ırgata.

Komşuyu kayığına geri bırakıp dönünce kaldım yine yalnız başıma. Durum tespiti; ırgat kaput, zorlanırsa elde kalabilir, hava basıyor, gulete doğru meyletme ihtimali yabana atılacak gibi değil, 70 metre demir elle toplanır mı, toplanır ama zaten bilek sakat, gece böyle geçer mi, zor. Aradım hemen Serhat’ı, durumu anlattım, dedim ekibi topla gel. Ya elle toplayacağız, yeniden serecek makul bir yer bakacağız, ya da marinaya falan bağlayacağım.

15-20 dakika sonra ekip dört kişi geldi. Kısa bir konsültasyondan sonra Serhat her halükarda ırgat boku yemiş, toplayalım dedi. Toplayalım anasını satayım dedim. Ağır ağır topladık 70 metre zinciri, tuttuk marinanın yolunu.

Marinaya bağlar bağlamaz ırgatı dağıttık. Önce içerisinden akan yağ ile tiklerin canına okuduk.

 Sonra dişlilerin bayağı bir zorlandığını, yer yer yendiğini farkettik. Dahası zincir makarası ve pimi neredeyse dağılmış, ucu ucuna duruyor üzerinde.

Anlaşılan bizim ilkyardım ekibindeki genç arkadaş abuk bir açıyla demiri almaya çalışmış ve ırgatı bayağı da bir zorlamış. O da kendi çapında iyilik yapmaya çalışırken okkalı bir gol attı, iyi mi.

Bundan sonra benden sonra demir atıp, dibime girenin vay haline. Kıpırdarsam diyeyim, gerisini siz anlayın. Parçalansın kayıkları anasını satayım. Bu nasıl bir düşüncesizlik, nasıl bir görgüsüzlük. Adamın lakayıtlığı bana saatlere ve bir ton paraya mal oldu. Denizlerde çoğalalım mı diyordu Böke; aman diyeyim. Mümkünse azalalım. Böyle giderse en azından ben eksileceğim denizlerden. Yoruldum artık bu alarga tekne işinden de, angut tekne sahiplerinden de, abuk subuk bağlama, karalama fiyatlarından da…