Nedir bu “Kültür Mirası” dedikleri?

21. yüzyılın en ulvi bilgi kaynağı Google’a sordum, dedim “Ey Google, bilirsen sen bilirsin, nedir bu kültür mirası?” Sineğin arka ayak fonksiyonlarından, rahmetli büyükannemin dantel tariflerine her soruya verecek bir yanıtı olan koskoca Google dahi yanıtlayamadı, eveledi, geveledi bu soru karşısında.

Bir çeşit alışkanlık oldu bu, önce bir Google’a soralım ki anlayalım, aydınlanalım, sonra ahkam keselim. Ama gel gör, soru kültür “mirası” ve uygulama alanı da Türkiye Cumhuriyeti olunca Google ne yapsın?

İyisi mi soruyu şöyle soralım; yapım tarihi tam olarak bilinmeyen ama çift süren öküz dile gelse “en az birkaç yüzyılı var” dedirtecek denli sıradan bir bina, Ayışığı Manastırı bir kültür mirası mıdır? Hani şu Cunda Adası’nda, dört bir tarafı Ayvalık Adaları Tabiat Parkı kapsamında “korumaya” alınan Pateriçe köyünün biraz ilerisinde, neredeyse denizin içinde yer alan Ayışığı Manastırı.

Kalkıp uzun uzadıya zeytin ağaçlarını, gerçekten benzersiz denizini, yeşilini-mavisini, rantını bilmem nesini anlatmanın alemi yok. Birileri gerçekten farkına varmış olacak ki üşenmeyip masa başında dirsek çürüterek Tabiat Parkı kapsamına alıvermiş. Neyse, asıl sorumuza geri dönelim, nasıl olsa yarın bir gün Milli Parklar Kanunu’nun 5. Maddesine göre gerekli görülüp çiftçinin toprağının kamulaştırılması kimin umurunda olabilir ki? Çiftçi kardeşlerimiz düşünsün…

Ben hala atalarımdan bana miras kalmış olma ihtimali kafamı kurcalayan Ayışığı Manastırı’na taktım kafayı. Ne de olsa bu mirasın tanımı ve daha da önemlisi paylaşımı konusunda biraz sorun var gibi…

Nedir “Kültürel Miras”tan payınıza düşen?

Mesela, diyorum ki, hani şu Ayasofya’dan nasıl güzel oto kuaförü olur! Ne de olsa benim de atalarımdan kalmış, haksız mıyım? Saçma mı sizce. Peki ya bastırır parasını satın alırsam? Ne de olsa Ayasofya dediğin eski, kullanılmaktan aşınmış bir kilise!

Saçmaladığımı düşünüyorsanız ufkunuzu geniş tutun. Mesela içerisinde yıkılmış bir manastır kalıntısıyla bir ada alabilir, babalar gibi kazıp kazıp çıkanları derleyebilirsiniz. Şöyle bir bakıversenize Ayvalık adalarına…

Gelelim yine Ayışığı Manastırı’na. Hakkında öyle uzun uzadıya bilgi yok ne yazık ki. Ne de olsa burası Anadolu; bin yılların ardından bakarken yüzyıllar –en azından hipermetrop anlayış için- önemini yitiriyor. Mesela manastırın yıkıntıları arasında iki tarih var, 1771 ve 1795. Deniliyor ki bunlar onarım tarihleri. Boşverin, farzedelim yapım tarihleri olsun. Dünyanın bir çok ülkesinde 100 yıllık –oryantalist kıskançlıkla kıytırık diyebileceğimiz- yapıların bile kültür mirası sıfatıyla onore edilip üzerine titreniyor olması küffarın görmemişliğinden olsa gerek. 

Cumhuriyetin ilk yılları. Dünya yeniden şekilleniyor. Bugünden doğru bakınca ahkam kesecek, beceriksizlik atfedilecek bir sürü şey var. Ve mübadele günleri, Selanikli bir aile diğerleri gibi sökülüyor kök saldıkları topraklardan, Ayvalık’ta buluyorlar kendilerini. Selanik’teki varlıklarına karşılık Pateriça köyünün ucunda 171 dönümlük bir arazi veriliyor aileye. Zeytinlikler denizde bitiyor ama bir de sürprizi var arazinin: içinde başa bela bir manastırı var.

Başa bela, çünkü define avcıları tarafından talan edilmiş, atış talimi yapan bıçkınlara dayanmış ve ayakta kalmak bir yana yıkılmaya yüz tutmuş bekar kızların manastırı, Ayışığı Manastırı.

Bir zamanlar bekar kızların Ayışığı Manastırı, adalıların eğitim kurumu, yeni evleneceklerin dilek kapısı, tüm adalıların mesire yeri… Derken Katrinli ailesinin çiftliği, çocuklarının oyun alanı. Çocuklar büyüyüp alıp başını gidince aile de elini eteğini çekince kaderine terk edilen Ayışığı Manastırı.

Yaşasın “pür teşebbüs!”

Ta ki bir kurtarıcı çıkıp da Katrinli ailesi tarafından satılığa çıkartılan Ayışığı Manastırı ve arazisi için milyon dolarları gözden çıkartana kadar. Size dedim ya, ufkunuzu geniş tutun.

Bugünlerde Pateriça köyünde sessiz bir bekleyiş var. Tapulu evlerini manastırın yeni sahipleri, Sabancı ailesine satmayı düşünmeyen 4-5 evin oyun bozanlığı yüzünden süreç biraz uzuyor gibi. Ama manastırda işler tıkırında. Anıtlar kurulundan onay çıktı. Kurtarıcısı Suzan Sabancı Dinçer’in açıklamasına göre bekar kızların Ayışığı Manastırı bundan böyle misafirhane ve etkinlik merkezi olarak sürdürecek varlığını. Tabi daha şimdiden kapıya dikilen güvenlik görevlisinin iki kelimelik uyarısı doğrultusunda: “özel mülkiyet”.

Geçtiğimiz günlerde yerinde görememe şansı buldum müstakbel etkinlik merkezini. Kapıya diyeceğim ama yalan olacak, arazinin ortasından geçen patikaya dikilmiş güvenlik görevlisi biraz geç fark edince bizi, biz de fark etmememiz gereken bir şeyleri fark ettik sanki. Ya da bana öyle geldi.

Mesela, dedik ”arkadaşlara bakıp çıkacağız”. Fakat iyi eğitimli bir görevli olduğundan olsa gerek anladı hemen niyetimizi, “olmaz” dedi kibarca, “özel mülkiyet!”. Kimdir dedik bu özel mülkiyetin şanslı sahipleri, dedi “Sabancı Ailesi”. Titre ve kendine gel edasıyla olmasa da sesindeki vurgu gerçekten etkileyiciydi; “Sabancı Ailesi!”

Neo-klasik yapı malzemesi: Ytong

Peki dedik, ne oluyor burada. Öğrendik ki eski manastır birebir restore ediliyormuş, eskisinin tıpkısının aynısı. Bu noktada bir şey daha öğrendik ki utandım kendimden, meğer Ytong 1700’lü yıllardan beri kullanılıyormuş benim güzide memleketimde… ya da kimbilir?

Emekliliğine az bir zamanı kalmış bir yerlisi var Pateriça’nın. Dünya tatlısı, hoş sohbet biri. Mesela onun da enteresan bir mesleği olmuş bugünlerde: yolu kesip, hiç boşuna gitmeyin uyarısında bulunuyor gelenlere. Tatlı dil ve hoş sohbetle…

Aslında bu ilk uygulama değil tabi ki. Mesela yine Cunda’da çok şükür Rahmi Koç tarafından kurtarılmış bir de yel değirmeni var. Gerçi hakkını yememek lazım, gerçekten güzel bir kütüphanesi var artık adanın ama rivayete göre çalışma ofisi gibi bir şey olan yel değirmenine giriş yasak…

“Duvarı nem, insanı gam öldürür”

Canı istediğinde eli dört bir yana uzanabilen güçlü iktidarlarımızın söz konusu “kültür mirası” varlıklar olduğunda bu paylaşımcı yaklaşımı insanın ufkunu bir hayli genişletiyor aslında. Diyorum ki kendi kendime, ne de olsa bilmem kaç kuşaktır önce Osmanlı’nın tebaası, şimdi Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşı olarak şu kültürel mirastan payıma düşeni ben de bir alabilsem artık. Mesela şu Yerebatan Sarnıcı’nı diyorum kurutsak, şöyle güzel, devasa bir kebapçı kompleksine çevirsek. Hem bir nefes alsa zavallı bina, hem de kültürel değerlere katkı yapmak nasıl olurmuş göstersem yedi düvele. Hem zaten dememiş mi atalarımız “duvarı nem, insanı gam öldürür” diye… Neme ve gama son, yaşasın kebap kültürü! Alın size bir taşta kuş sürüsü… Üzgünüm ama “özel mülkiyet” tarafından satılan ve alınıp etkinlik merkezi ve misafirhane yapılması planlanan Ayışığı Manastırı da farklı bir örnek olmasa gerek aslında.

Ayar tutmayan “hukuk”

Öyle yalama olmuş ki artık hukuk ve kavramlar, ayar tutmuyor güzide memleketimde. Kültürel miras nerede başlar, özel mülkiyet nerede biter? Bunların arasında bir yerde hakkaniyet kavramına yer var mıdır? Hepi topu dört yıla sıkışıp kalan iktidar süresini efektif olarak kullanabilmek için her yol bu denli mübah mıdır? Ya da daha net bir ifadeyle, paranın satın alamayacağı hiçbir şey mi kalmamıştır artık Türkiye Cumhuriyeti’nde? Yetmiş milyon küsur vatandaştan biri olarak nerededir benim anlı şanlı Anadolu’nun kültürel mirasından kebabından, folklorundan öte payıma düşen…

Son bir soru sinsilesi: Ne bir bilgilendirme panosu, ne açıklama içeren bu restorasyon inşaatını denetleyen var mıdır acaba? Eğer ki varsa sormuş mudur o Ytong’larla hangi kısmı restore edilecektir Ayışığı Manastırı’nın? Güvenlik görevlisinin iki cümlelik açıklaması yeterli midir restorasyon çalışmalarını düzenleyen mevzuat açısından: “Özel Mülkiyet” ve “Sabancı Ailesi”.

Değerli hükümet büyüklerim, izninizle bir kez daha arz ederim ki, gelin verin şu Ayasofya’yı kültürel mirastan payıma düşen hakkım olarak, güzelinden bir oto kuaförü açayım, alem tesis görsün. Ya da Yerebatan Sarnıcı’nı diyorum, Ortadoğu ve Balkanların ve dahi tüm Avrupa’nın kebap üssü yapayım, bir de Avrupa Kebap Başkenti olsun kocamış şehr-i İstanbul!

Hakan Tiryaki
Vira Dergisi, Ocak 2011