Ölçüsüz Emek: Ahşap Tekne -VII-

2018’in Haziran ayında şöyle bitmiş altıncı bölüm: “Ya cidden, sizce kaç para eder Yengeç? Cidden merak ettim…”

Söyleyeyim, 300.000’den koydum ilana. Arkadaş ne kıl işmiş bu. Bakan bakana, favoriye ekleyen ekleyene ama gel gör, arayan, soran yok. Geçen Pazartesi gününe kadar hala satmaya çalışıyordum haspamı. Hatta öyle gözüm döndü, öyle gözümde büyüdü ki yapılacak işler, 200.000’e kadar indirdim fiyatı. Avrupa parası değil ha, yanlış anlaşılmasın, bildiğiniz Türk Lirası. Bir yandan içim cız ediyor, bir yandan cepteki para anca tekneyi kaldırıp, bir araziye koymaya yetiyor. Odun parasına kadar indim sonuçta.

İki müşteri çıktı. İkisini de aldım götürdüm Tersane Adası’na, birlikte gezdik Yengeç’i. Empati kurmaya, onların gözüyle bakmaya çalıştım. Sanırım beceremedim, çünkü ben olsam hiç düşünmeden alırdım. İki potansiyel müşteri “çok masraf” olduğunu iddia etti. Hele ki son gelen arkadaş 300-400 bin masraf var dediğinde zor tuttum kendimi gülmemek için. Yahu arkadaş, eşeğe altın semer taksan, yine eşek. Tırhandile 300 de harcasan, 500 de harcasan yine tırhandil; Ege’nin anlı şanlı katırı, iş teknesi.

Neyse, öyle, böyle satma macerası da nihayete erdi ve Yengeç uzunca bir iş listesiyle kucakta kaldı. Bu ara Yengeç’e baktıkça Hasan Hüseyin’in Ağlasun Ayşafağı’ndan bir mısra mırıldanıyorum; “Heeey! Kucakta kaldı ölü…”

Biraz geriden gelelim. Geçen sene 19 Temmuz’da suyla buluşabilen ve silikonlu gresin hatırına yüzen Yengeç rengiyle, yarım kalmış işleriyle… hemen her köşesiyle geçmişte gururla izlediğim sanat eserim olmaktan çıkmış, neredeyse utanç abidesi gibi bir şey olmuştu benim için. Göcek koyunun ortasında alargada salınırken hergün açığından geçip, plaja çalışmaya giderken bakıp bakıp düşünürken buluyordum kendimi.

Nereden nereye… İstanbul’da içinde yaşadığım bir yıl boyunca otuziki dişim ortada, talaş içinde hint öküzü gibi mutlu, gamsız yaşadığım günler çok ama çok uzaklarda kalmış gibiydi. Şimdi ona bakabilmek için çalışmam gerekiyor ama çalışınca da ona ayıracak vaktim kalmıyor şeklinde saçmasapan bir paradoksa hapsolmuş haldeydim. Geçen sonbaharla birlikte kriz daha da derinleşmeye başladı.

Ekim ayı fırtınalarla gelince doğal olarak kimyam bozulmaya başladı. Her bir esinti benim için yataktan fırlayarak ikibuçuk dakikalık bir yolculukla soluğu sahilde almak, sonra botla tekneye geçmek ve sabaha kadar mal mal oturmak demekti. O esintiyi duymadığım ya da duymazdan geldiğim zaman da sabaha kadar teknemin yandığı, battığı, karaya oturduğu… sayısız felaket senaryosuyla zenginleştirilmiş kabuslarla boğuşmam gerekiyordu. Kasım sonlarına doğru Tersane Adası’na bağlayana kadar hayat böyle sürdü.

Tersane Adası geçen kış kurtarıcım oldu. Her havaya kapalı olması, neredeyse hiç solugan almaması ve daha da önemlisi ha dedin mi gidilemeyecek kadar uzak olması sayesinde kış boyunca kütük gibi uyuyabildim. Haftasonları hemen her fırsatta gidip havuzluğunda oturup, geri döndüm. İtiraf edeyim, neredeyse hiçbir işe elimi sürmedim. Önceki kara serüveninin bıkkınlığını henüz atamamıştım.

Baharla birlikte Yengeç üzerine yeni planlar gündeme geldi. Onu ticariye çevirip, otel bünyesinde çalıştırmak üzere anlaştım. Fakat tonajı ve boyu ile yine sorun yumağı haline geldi Yengeç. Olmadı. Bu arada otelde çalıştıracağız diye biraz façasını düzeltelim dedik ama sekiz kat vernikten öte pek birşey yapamadık. Ki onun için da hala küfrediyorum kendime. Kaç kez kayıp düştüm bu sene, sayısını bilmiyorum Sonuç olarak Yengeç yine kaldı kucakta. Bütün yaz boyunca, fırsat bulabildiğimiz akşamüstleri Göcek Adası’na kadar gidip, salıp demiri yüzmekten fazlasını yapamadık. Bir yandan da bu gidişe bir dur demek adına ilana koyup, rastgele dedik.

Yani önceki sene zaten içime sinmeyen işler silsilesine ilave olarak bir de ellenmeden bu yazı geçiren Yengeç şu günlerde uzunca bir iş listesiyle günlük yaşamımda geçmişte olduğu gibi bir numaralı gündem maddesi olarak yerini aldı. Bugün 22 Kasım ve tekrar beliren satma olasılığı da dün fiyaskoyla sonuçlandı. Şimdi önümüzdeki bir kaç gün sürecek yağmurlu ve fırtınalı havayı atlatır atlatmaz Yengeç karaya çıkacak. Önce bir vinç gelecek, direği indireceğiz. Ardından kaldırıp haspamı tırın arkasındaki boat-mover’a yükleyeceğiz ve okuya üfleye yaklaşık bir kilometrelik mesafeyi aşıp, önümüzdeki 5-6 ayı geçireceği yere koyacağız.

Nedendir bilmiyorum, herşeye rağmen motivasyonum son derece yüksek ve neredeyse sabırsızlanıyorum bir an evvel işlere girişmek için. Tabi çok uzun sürmeyecektir bu durum. Hayırlısı bakalım.