Una musica como los mares nocturnos

Usul usul yağan yağmurun sesi parmak uçlarında süzülüyor odanın içerisine. Sedefadası’nın ışıkları belli belirsiz. Bir martı sabahın dördünde, bir şeylere kızgın. İki kedi gözdağı vermekte birbirine. Aysız, karanlık gece gizliyor denizi, Sedefadası sonsuzluğun ortasında bir soluk ışık demeti…

“una musica como los mares nocturnos”

Böyle geceler düşlere gebedir. Düş gücüyle dolar boşluklar. Gözlerini kapat, göreceksin, ileride Prota’nın ardında Argo, elli yiğit kürekçisiyle. Bir kaç saat sonra, gün ağardığında bir kumru salacaklar Bosphorus’a doğru.

Darius’un triremi tam ortasında filonun. Mandrokal heyecanla anlatıyor Darius’a, iki kıta arasına ilk kez kuracağı köprüyü. Birazdan Asya ve Avrupa ilk kez bağlanacak birbirine, ilk kez yürüyerek geçecek insanoğlu bir kıtadan diğerine.

Sedefadası’nın ardı yangın yeri. Kaptanlar çoktan arazi. Baskın haberini alan kaçtı, kalanlar panik halde kurtarabildiklerini yüklüyor küçük kayıklara, Maltepe’ye yetiştirebilmek umuduyla. Gün ağarırken ondört gemi sular altında, Sedefadası’nın yanı başında…

“una musica como los mares nocturnos,
como los barchos hundidos,
una musica como los noches maritimas
me llama, me llama sin parar.”

Bir pancar motoru yırtıyor sessizliği. Hasan reis sabahın beşinde umuda yol vermiş ağır ağır ilerliyor. Akşam fazla kaçırdığı rakının mahmurluğu hala üzerinde. Yüzüne vuran sabah ayazıyla ayılıyor yavaş yavaş.

Kabakçı Hasan kaptan abdestini alıp namaza duracak birazdan. Karısını uyandırmadan usulca hazırlanıp çıkacak Selamsız’daki evinden. Yokuştan aşağı inerken günün ilk sigarasını tüttürecek. Tunusbağı’ndan Numune’ye doğru yürürken Karacaahmet’i görmezden gelecek. Saatler tam da 05:45’i gösterdiğinde Kadıköy İskelesi’nde istirahat eden Anadolu Kavağı vapuruna bir kez daha hayranlıkla bakacak. 06:00’da kafasını uzatıp pencereden, sirenini çalıp “vira bismillah!” diyecek ve Haydarpaşa’ya doğru süzülecek çelik kuğusuyla ağır ağır.

Bir başka Hasan Hasırcıbaşı’ndaki evinden çıkmadan önce çaydanlıkta ısıttığı suyla saçlarını yıkayacak, hızlıca çayını içecek ve bir kaç dakika uyuyan oğlunu izleyecek. Evin kapısından çıkarken üçüncü sigarasını yakacak. Kuşdili Caddesi boyunca dalgın dalgın yürürken mesaiden sonra gireceği sınavı düşünecek. Erken başladığı yaşamda geç kaldığı “kariyer” kaygıları, gelecek endişeleri, annesi, karısı… yol boyunca düşünecek, düşünecek. Ta ki Haydarpaşa İskelesi’ne yaklaşan Kabakçı’nın sirenini duyana kadar. Kavanoz halatları verecek, o kapıları açacak ve İstanbul devinmeye başlayacak. Son yolcu da salonu terkettiğinde kapatıp kapıları, düdüğünü çalacak. Gün boyunca, defalarca kapıları açacak, kapıları kapatacak ve düdüğünü çalacak…

“Yüreğim sızladığı zaman
Gece yarılarından sonra, şafaktan önce
Bilmediğim bir istasyondan, bilmediğim bir müzik geliyor kulağıma:
Uzak
vahşi
Karanlık…
Gece denizleri gibi bir müzik,
Batık gemilerli gece denizleri gibi bir müzik,
Çağırıyor, çağırıyor beni durmadan
Ve belki de işte o zaman başlıyor sızlamaya yüreğim.” (Hasan Hüseyin, Yüreğim sızladığı zaman)

Paytak Eyüp Reis’in tıraş günü. Perşembe ve Pazartesi sabahları önce soğuk suyla tıraş olur, her sabah olduğu gibi sancak kıç omuzluktan keyifle denize işer. Hafif yaylanıp esnedikten sonra güvertede tayfalarıyla beyaz peynir, bayat ekmek ve zeytinden oluşan kahvaltısını eder. Keyif çayından aldığı ilk yudum ve günün ilk sigarasıyla hafif başı dönerken, “haydi” der. Birkaç dakika sonra dizellerin kükreyişi, martıların çığlıkları eşliğinde ayrılır filo Hayırsız’dan…

Kapat gözlerini, izle. Zaman durur böyle gecelerde. Evren oyun alanındır. Bırak kendini denize. Dolsun zihnine, dolaşsın damarlarında. Ta ki otomobil sesleri gecenin büyüsünü bozana, belediye otobüsleri esaret seferlerine başlayana kadar…